Adem Ergül

Üslûb-i Beyân İnşa da Eder İfsad da

Altınoluk Dergisi, 2013 – Mayıs, Sayı: 327, Sayfa: 008

Dînî alanda konuşmak, Allah ve Resûlü hakkında beyanlarda bulunmak ve “şeâir-i din” diye ifâde ettiğimiz “ilâhî emir ve semboller”e dair söz söylemek gerektiğinde, kullanılan kelime ve cümlelerde daha bir hassasiyet göstermek, esasen îmandan kaynaklanan yüce bir edeptir. Nitekim âyet-i kerimelerde dînî sembollere (şeâire) tazim ve hürmet göstermenin takvâlı gönüllerin şiârı olduğu haber verilmiştir.1

Sözün muhtevâsı kadar, söyleniş üslûbu da önemlidir. Ve hatta üslûbun daha da önemli olduğu bile söylenebilir. Zira üslup, kişinin özünü ve hakikatini ele veren önemli bir şifredir. Bunun için  “üslûb-i beyân, ayniyle insan” denilmiştir. Nitekim Yüce Rabbimiz, kişinin söz söyleme üslûbunun, onun hakikatini gösterdiğini şöyle beyan eder:

“Kalplerinde hastalık olanlar, Allah’ın, kinlerini ortaya çıkarmayacağını mı sandılar? (Ey Habibim!) Biz dileseydik, onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun, sen onları, yine konuşma tarzlarından da tanırsın. Allah, yaptıklarınızı bilir.”  (Muhammed Sûresi, 30)

Allah Teâlâ ve O’nun sevgili Habibi hakkında konuşurken ve hatta selef-i sâlihîn diye haklarında hüsn-i zan beslediğimiz; sahâbe-i kirâm başta olmak üzere, âlimler ve âriflerimizden söz ederken, saygı ve hürmetten uzak kelime ya da cümleler kullanmak, îmân, İslâm ve ihsân edebinden mahrûmiyetin bir nişânıdır. Böyleleri, bilgi seviyeleri ne olursa olsun saygıdeğer değillerdir. İlimleri de güvenilir ve feyizli değildir. Zira özleri, takvânın sağladığı şereften (mükerremlikten) mahrum kalmıştır. Bu mahrûmiyet, önce sözlerine, sonra da hâllerine yansımıştır.

Îmân ve takvâ derinleştikçe, Allah’a ve O’na nispet edilen hemen her şeye karşı edep ve tazim de letâfet, nezâket ve nezâhet kazanır. Kullanılan her bir kelime büyük bir titizlikle seçilir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun, merhum hocalarımızdan Prof. Dr. Ali Yardım’ın “Peygamberimizin Şemâili” isimli eserinin girişinde söylediği şu ifâdeler, bu hassasiyeti ne güzel yansıtır: “Peygamber Efendimiz’in beşer hayatını inceler, araştırır ve kaleme alırken, dâima bir ÇMüslüman ilim adamıÈ tavrı içinde olmaya çalıştım. Yazarken, hep yüklemi belli cümle kurmaya dikkat ettim. Mesâfeli bir üslup kullanmadım. Fazla resmî bir ifâdeye de iltifat etmedim. Peygamberimiz, dedim. Peygamber Efendimiz, dedim. Resûlullah Efendimiz, dedim. Peygamber-i Ekber, dedim. Zât-ı risâlet, dedim. Seyyidü’l-Mürselîn Efendimiz, dedim. En resmî ifâde olarak da, Hazret-i Peygamber, dedim. Fakat hiçbir zaman ÇHz. MuhammedÈ diyemedim.2

Geçmiş âlim ve âriflerimizin yazdıkları eserlerde, Fahr-i Kâinât Ğaleyhi ekmelü’t-tehiyyât- Efendimiz hakkında kurdukları cümlelerin güzelliği karşısında hayran olmamak elde değildir. Hepsi de muhabbet ve tazim tüten gül kokulu cümleler kurmuşlardır. Okuyanın rûhunu okşayan, gönlüne muhabbet aşılayan, yüreğine tazim ve hürmet duyguları yükleyen müstesnâ ifâdeler terennüm etmişlerdir. Zaten bir gönül, îmân, İslâm ve ihsânla müzeyyen olmuş ise o gönülden beslenen cümleler, başka türlü de olamaz. Asr-ı sâadet ikliminde yaşanan şu hâdise, bu ince zarafeti ve yüksek nezâketi ne güzel yansıtır:

“Bir gün Peygamber Efendimizin amcası Abbas Ğradıyallâhu anh-’e:

Ç− Sen mi daha büyüksün, yoksa Allah Resûlü mü daha büyük?È diye bir soru sorulur. O da tazim ve edeb yüklü şu ifadelerle cevap verir:

ÇElbette O Ğsallallahu aleyhi ve sellem-, benden daha büyük ve fakat ben O’ndan daha önce doğmuşum”.

***

Büyükler, “söz vücut bulur” demişler. Yani her bir söz Ğihtivâ ettiği mânâ ve söyleniş üslûbu itibariyle-, bir taraftan özün hakikatini ifşâ eden bir elçi vazifesi görürken, diğer taraftan da insanın hakikatini ve hâlini inşâ ya da ifsad eden dönüştürücü bir özellik taşır. Nitekim şu âyet-i kerime, sözün doğru ve güzelce ifâde edilmesi neticesinde insanın hâlinin ıslâhına vesile olacağını açık bir şekilde beyan eder:

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru-dürüst söz söyleyin ki, Allah sizin amellerinizi sâlih hâle getirsin ve günahlarınızı bağışlasınÉ” (Ahzâb Sûresi, 70)

Hadis-i şeriflerde de bu sırra şöyle işâret edilir: “Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 198). “İnsan sabahlayınca, bütün organları dil’e başvurur ve (âdeta ona) şöyle derler: Bizim haklarımızı korumakta Allah’dan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerine göre karşılık görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.” (Tirmizî, Zühd, 61) Öyleyse dilin hangi kelimeyi seçtiği, onu nasıl kullandığı, hangi edeb ve uslûbu gözeterek ifâde ettiği son derece önemlidir. Rabbimiz bu hususa işâretle buyurur ki:

“Kullarıma söyle ki: en güzel olan kelimeyi söylesinler É” (İsrâ, 53)

Dîne dair konularda tam bir tahkike erişmeden, kolayca rastgele konuşuvermek, hele hele saygısız bir dil kullanarak, Kur’ân-ı Kerim, sünnet-i seniyye, Allah Resûlü, Sahabe-i kiram ve ümmetin âlim ve ârifleri hakkında onları hiçe sayan bir üslupla konuşmak, ilâhî gazabı celbeden büyük bir cürüm sayılır. Allah Teâlâ dininin ve dostlarının koruyucusu ve velisidir. Böyle haddini bilmezlerin cezasını daha dünyada iken verir ve onları âleme rezil eder. İtibarsızlaştırır ve onları yalnızlığa mahkûm eder. Yaptıklarının âhiretteki karşılığı ise elbette daha ağırdır.

O halde dikkatli olmalı. Sözü rastgele söylememeli. Rahmet Peygamberi Ğsallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin şu sözünü hemen her sözün önünde hatırlamalı: “ÉBir kul Allah’ın gazabını gerektiren bir söz söyler; fakat o sözün kendisini Allah’ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder.” (Muvatta, Kelâm 5; Tirmizî, Zühd 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12) Dikkat çekme ve kimilerinin alkışını alma adına, Allah’ın dinini kendisinin ya da başkalarının hevâsı uğruna tahrif ve tevile kalkışan kimse, ne büyük bir nasipsizliğin içine düşmüştür! İşte basiret körlüğü ve firâset tutulması böyle bir şeydir. Böyle bir duruma düşmekten ve düşürülmekten Rabbimizin hıfz ve emânına sığınırız.

Dipnotlar: 1)  Hac Sûresi, 32. 2) Ali Yardım, Peygamberimiz’in Şemâili, Damla Yayınevi, İstanbul 1997, sh. XII.