Adem Ergül

Takvâ Azığında Oruç Bereketi

Altınoluk Dergisi, 2012 – Ağustos, Sayı: 318, Sayfa: 006

İnsaniyet kalitemizi ve Allah katındaki şerefimizi belirleyen ve daha ötede bizi Allah ile dostluk kıvamına eriştiren iki temel husus vardır: Îmân ve takvâ. Allah Teâlâ’yı kendisine kulluk yapılacak yegâne ma’bûd olarak tanıyan her mü’min, -yine O’nun lütfu keremiyle- kendini ebedî cehennem azabından kurtaracak en önemli adımı atmış demektir. Artık bu adımdan sonra, sonsuzluğa doğru bir yükseliş ufku önüne açılmıştır. Gaflete düşmeden, büyük bir şevk, iştiyak ve arzu ile gayrete soyunabilirse, şeref ve mükerremiyet tâcına her an yeni yeni yıldızlar eklemesi mümkündür. İlâhî rızaya doğru bu yükseliş yolculuğunun adı, “takvâ yolculuğu”dur. Takvâ, şahsiyeti kirletecek, pörsütecek ve nihâyet esfel-i safilîne doğru yuvarlayacak her çeşit tehlikeye karşı korunma ameliyesidir. Cennetler için yaratılmış insanı, oradan düşürecek her şeye karşı, kendini koruma gayretidir. Allah’a tahsis edilmesi gereken kalbimizi, kulluğumuzu, hayatımızı ve memâtımızı O’ndan başkasına kaptırmamaktır. “Benim namazım, dualarım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah’a tahsis edilmiştir”1 diyebilmek ve hayatı bu şuur içinde yaşayabilmektir. İşte böyle bir anlayış çerçevesinde, düşünceyi, duyguları, söz ve davranışları muhafaza edebilmek, büyük bir manevî zaferdir. Bu zaferin hediyesi, dünya ve âhirette büyük felaha/kurtuluşa kavuşmak ve nihâyette Hak dostluğuna erişmektir. Bu takvâ yolculuğunun muhtelif vasıtaları ve azıkları mevcuttur. Kur’ân-ı Kerim ve Allah Resûlünün hadislerinde bunlar değişik vesilelerle beyan edilmiştir. Biz bu yazıda oruç ibadetinin takvâ yolculuğunda kişiliğimize kazandırdığı bazı değerlere işaret etmiş olacağız. Zira orucun farz kılındığını haber veren âyet-i kerimenin sonunda “Oruç ibadeti sayesinde takvâya erişilebileceği”2 bildirilmiş ve âdetâ: “Ey muttaki olmak isteyen kullarım! İşte sizi takvâya eriştirecek vasıta” denilerek “oruç” ibadetine dikkat çekilmiştir. Bu neticeye ulaşmada oruç ibadetini etkili kılan sır ne olabilir? Elbette bütün esrârı bilen Allah’tır. Zira görüneni ve görünmeyeni bütünüyle bilen yalnız O’dur. Onun için biz, O’ndan gelen haberlere önce îman ederiz; sonra da hikmetini anlamaya çalışırız. Bu meyanda orucun takvâya ulaştıran sırları ile ilgili bazı hikmetlerini şöyle sıralamak mümkündür: Oruç, niyette Allah rızasını gözetme talimidir. Bir amelin “salih amel” olabilmesinin ilk şartı, Allah için yapılmasıdır. Yani gizli şirk olan riyadan (başkaları görsün diye iş görmekten) sakınmaktır. Zaten takvânın ilk mertebesi de şirkin her çeşidinden uzak olmaktır. Açık şirkten korunmak nispeten kolaydır; ancak gizli şirke düşmemek o kadar kolay değildir. İşte oruç, bir anlamda zor olanı başarmaya vesile olan bir ibadettir. Zira oruçla gösteriş yapmak, diğer ibadetlere göre daha zordur. Bu yönüyle oruç ibadetine, amellere ihlas terbiyesi verme disiplini olarak bakmak da mümkündür.

Oruç, irade ve sabır eğitimidir. Maddi ve manevî kazançların temeli çoğu zaman ciddi bir iradeye ve sabra dayanır. Sebatkârlıktan nasibi olmayan kimselerin zafere erişmesi imkânsız gibidir. Belâ ve musibetlerin dengeyi bozmaması, hayırlı amellerin semere vermesi, zorlukların aşılması ve planlanan hedeflere ulaşılması hep sabır iledir. Ayrıca kula gelen ilâhî yardımlarda da sabrın çok önemli bir yeri vardır. Nitekim “Allah’tan sabırla ve namazla yardım isteyin. Şunu bilin ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara Sûresi, 153) buyrulmuştur. Takvâ da ancak sabırla ulaşılabilecek bir dindarlık kalitesidir. Zira nefsin arzularına bir ömür boyu dur diyebilmek için, sabırdan büyük bir nasibe erişme zarureti açıktır. İşte oruç ibadeti kula sabrı öğreten pratik bir ders gibidir. Ramazan-ı şerif ise sabrın tahsil edildiği manevî bir kamp sayılır.

Oruç, nefisle cihadın nasıl yapılacağını gösteren canlı bir uygulamadır. Nefsin arzuları sınırsız ve doyumsuzdur. Ona dur demesini bilmeyen, sonunda onun esiri olur. Arzular disipline edilemeyecek olursa, kişinin ilâhı olmaya kadar gider. Öyle ki hayat, nefsi tatmin etme ve onun zevkine hizmet etmekle geçer. İşte oruç, insanın en tabiî ihtiyaçlarını bile bir müddet sınırlamak suretiyle, kişiye arzularını gemleme aşısı yapar. Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin evlenmeye gücü yetmeyen kimselere oruç tutmaları tavsiyesinde bulunması da,  orucun nefsânî arzuları terbiyedeki tesirine dikkat çekmesi bakımından mânidardır. Oruç, bedenle ruh arasındaki etkileşime dikkat çekerek, manevî yükselişte gıda disiplininin ehemmiyetini hatırlatan bir ibadettir. Kur’ân-ı Kerim özellikle inkarcıların “hayvanların yediği gibi yemek yedikleri”neişâret eder3. Yemek bir ihtiyaçtır; ancak hayatı yeme-içmeden ibaret görmek, insanlıktan çıkmanın da bir işâretidir. Bu yönüyle oruç, insana sırandan bir canlı olmadığını hatırlatan, ona manevî yüceliş ufukları açan bir ibadettir. Çok yemenin manevî anlamda insanı duyarsızlaştırdığına dikkat çekilir. Hemen hemen bütün ârifler de manevî terakkide az yemenin ehemmiyetine dikkat çekmişler ve bunu terbiye metotlarına ilave etmişlerdir. Muttakilerin hemen hepsi az yemeyi kendilerine şiar edinmişlerdir. Az yemenin kalbi uyanık tuttuğu, çok yemenin de manevî letâifleri gaflete düçar kıldığı sürekli hatırlatılmıştır. Oruç, insanın melekî yönünün güçlenmesine vesile olan güçlü bir ruh gıdasıdır. Hatta İbn Arabî gibi bazı ârifler, oruçta Allah Teâlâ’nın samediyyet sırrının4 ortaya çıktığını ifade ederek, orucun, kulun Allah’ın ahlâkı ile ahlaklanmasında çok önemli bir rolünün olduğunu söylemişlerdir. Oruç, zikr-i dâimî diye ifade edilen “Allah’ı hiç unutmama ve O’nu devamlı gönülde yâd etme”nin de bir talimi gibidir. Zira günün yarısından fazlasını ibâdet halinde geçirmek, “Allah’ı çok çok zikredin”5 emrine en güzel şekilde uymak demektir. Bu yönüyle oruç, kalp itmi’nanı sağlayan önemli ibadetlerden biri olmaktadır. Oruç, merhamet, tevazu ve nezaket gibi güzel ahlâkın yerleşmesinde müessir bir ibadettir. İnsana acziyeti tattıran oruç ibadeti, benlik ve varlık kibrinden şahsiyeti temizler ve ona tevazu ve Hak karşısında hiçlik şuuru verir. Açları ve çaresizleri hakka’l-yakîn mertebesinde anlama imkânı vererek merhamet damarlarını açar. Oruç daha derinlikli ifa edilirse, söz ve davranışı nezaket ve zarafetle süsler. Hulâsa oruç, bir mekteptir ki kulluğu takvâ libasıyla tezyin eder ve kişiliği arındırıp onun Hakk katında makbuliyetine ve mükerremiyetine vesile olur. Dipnotlar: 1) En’âm Sûresi, 162. 2) Bakara Sûresi, 183. 3) Muhammed Sûresi, 12. 4) Es-Samed: Allah Teâlâ’nın hiçbir şeye muhtaç olmaması ve her şeyin O’na muhtaç olmasını ifade eden bir ism-i ilâhîdir. 5) Ahzâb Sûresi, 41.