Altınoluk Dergisi, Sayı : 352 – Haziran 2015
Ramazan-ı Şerif, kulluk kalitemizi artırma adına Rabbimizin ikram ettiği eşsiz vesilelerden biridir. İhtiva ettiği faziletler, fırsatlar ve imkânlar yönüyle bir maneviyât deryasıdır. Ne var ki bu deryadan istifade ve istifazada (feyz almada) kulun nasibini belirleyen sır, niyeti, azmi, edebi, verdiği kıymet ölçüsü, istidat ve kabiliyeti ve nihayet Rabbimizin tevfiki, fazl ve ihsanıdır.
Esasen Yüce Rabbimizin her bir nimetinden istifade de bu kurallar aynen geçerlidir. Meselâ, Kur’an bir hazinedir; fakat herkes bu hazineden eşit derecede feyz alamaz. Bu şerefli Kitab’a tertemiz gönüllerle, büyük bir tazimle ve imanla yaklaşmak gerekir. Resûlullah bir ummandır; ancak incilerine vakıf olmak için sevdalanmış yürekler ister. Ârifler ve Rabbânî âlimler hikmet pınarlarıdır; ne var ki bu pınarlardan susuzluğunu gidermek için bir nice edeb ve gayret gerekir. Biz bu yazıda “Ramazan bize ne verebilir?”den ziyade, “Biz ne alabiliriz?”e odaklanacağız. Zira almasını bilene neler verilmez ki! Bu engin deryadan istifade için:
Öncelikle Rabbimizin bu nimetine saygı ve tazim gerekir. Selef-i salihin, daha ismini telaffuz ederken bile bir saygı ifadesi olarak “Ramazan-ı şerif” demişlerdir. Zira ibadette tazim, ibadetin kendisi kadar önemlidir, denilse mübalağa edilmiş olmaz. Hatta büyüklerden birisi der ki: “İbadet insanı cennete götürür, ibadete tazim ise insanı Allah’a vâsıl eder”. Öyleyse istifade için bir gönül hazırlığına ihtiyaç vardır. Ramazan-ı şerifi özlem ve iştiyakla beklemek, böyle bir hazırlığın ilk nişanı sayılır. Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin “Allahım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan-ı şerife eriştir” duası, bu anlamda son derece mânidardır. Her mümin gönülde bir heyecan yaşanmalıdır. Hatta ailece bir heyecan yaşanmalıdır. İftar hazırlıkları, teravihlerin kılınacağı camilerin önceden tespiti, misafir kabul edilecek günlerin belirlenmesi, hatimlerin planlanması vb. hazırlıklar bir anlamda ibadete tazim sayılır.
Ramazan-ı Şerifin faziletine “îman” etmelidir. İmanımızın yakîn derecesi (taklitten tahkike doğru) ne ise istifadenin derinliği de o ölçüde olacaktır. Nitekim Fahr-i Kâinât –aleyhi ekmelü’t-tehiyyat- Efendimiz bu sırra işâretle buyurur ki: “Kim, faziletine inanarak (iman ederek) ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Îmân 28, Savm 6; Müslim, Sıyâm 203.) Böyle bir iman, kendi öz benliğimizde Ramazan-ı şerife verilen kıymet ölçüsünü oluşturur ki, hem gönlü istifadeye açar, hem de Rabbimize karşı hüsn-i zannımızı artırır. Allah Teâlâ’nın kullarına muamelesinin onların zanlarına göre tecelli edeceği gerçeğini düşündüğümüzde, böyle bir imanın ne büyük bir imkâna vesile olduğunu da anlamış oluruz. Ramazan-ı şerifi bağışlanma ayı bilerek, onun arıtma ve tertemiz kılma vasfından istifade etmek, mümin için ne büyük bir lütf-i ilâhîdir.
Ramazan-ı şerife girerken himmeti ve niyeti büyük tutmalıdır. Zira amellerin oluşmasında ve neticelerinin alınmasında, niyetler son derece belirleyici olmaktadır. Yüce Rabbimiz, kullarının niyetine göre kendilerine kapılar açmaktadır. Bu noktada iradenin yönü ve derecesi, açılacak kapının çeşidini ve keyfiyetini tayin etmektedir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz”. (Âl-i İmrân Sûresi, 145)
Niyet-amel ilişkisi hakkında Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin şu beyanları da meşhurdur:
“Yapılan ameller niyetlere göre oluşur ve değerlenir. Herkese niyet ettiği şey ne ise o verilir.” (Buhârî, Bed’ü’l–vahy 1, Îmân 41.)
Mademki niyet bu derece önemlidir, öyleyse Ramazan-ı Şerif bereketinden azami derecede istifade için niyeti sağlam ve büyük tutmalıdır. Allah’ın razı olacağı kulluk kıvamına erişmek, daha muttaki bir kul olmak, her çeşit günahtan ve masiyetten arınmış bir duruluğa kavuşmak, cehennemden kurtulup cennet ve cemâl-i ilâhî nimetine mazhar olmak gibi ulvî niyetlerle bu mübarek aya girmek gerekir. Esasen niyetin derecesini de gönül ufkunun sığlığı ya da enginliği belirler.
Ramazan-ı şerif, amellerimizin makbuliyet ve mahfûziyet (korunmuşluk) sırrı olan ihlâsı kazanma ve artırma adına büyük bir fırsata dönüştürülebilmelidir. Zira oruç, şartlarına riayet edilerek eda edilecek olur ise tabii olarak bünyesinde ihlası da barındırıyor olacaktır. Yeme-içme gibi en tabii ihtiyaçlarını bile, Allah’tan başka hiçbir otorite söz konusu olmadan, -belli bir müddet için de olsa- terkedebilmek, hakikatte bir ihlas alametidir. İhlasta oluşan artış, az da olsa son derece kıymetlidir. Çünkü ihlas, halisiyyet tohumudur ki, kişideki her çeşit nifak, riya ve şirk tortularını temizler.
Ramazan-ı şerif, yaratılışımızın yegâne maksadı olan kulluğumuzu yoğun bir şekilde hissedebilme, yaşayabilme ve tadabilme imkânı sunmaktadır ki, bu büyük ganimet zayi edilmemelidir. Bu ayda oruç, namaz, sadaka, Kur’an tilaveti, itikâf gibi birçok ibadet çeşidi iç-içe yaşanmaktadır. Namaz ibadeti, teravihlerle ve teheccüdlerle birlikte düşünüldüğünde, büyük bir coşku ve şevk oluşturur. Bu durum kurtuluşa erdiren “Huşûlu namaz” kıvamını yakalamak için büyük bir fırsattır. Hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim, bu ayda indirilen bir hidayet mesajıdır. Kendimizi yeniden inşa adına tefekkür ve tedebbürle okunacak olursa, yeni yeni dirilişlere vesile olabilecektir. Sadakalar ve infaklar, hem malımızı, hem de kişiliğimizi tezkiye ve terbiye edecek ve hatta sâlihler safında yer alma adına bir gönül kıvamına imkân hazırlayacaktır. Hele bir de itikâf nimetinden nasip alınacak olursa, Allah dışındaki her şeyden yani masivâdan kalben kopup, gönlümüzü yalnız Rabbimize tahsis edebilme gibi büyük bir nimete (zikr-i daimiye) mazhar olunabilecektir.
Ramazan-ı şerif, şefkat ve merhametin öz benliğimize aşılanmasında, nimetlerin hatırlanmasında, fakr ve acziyetin tadılmasında da etkin bir mekteptir. Rahmân ve Rahîm olan Rabbimizin has kullarından olmak ve Rahmet peygamberinin izinde bir rahmet insanına dönüşmek, ancak merhametimiz nispetinde gerçekleşebilecektir. İşte Ramazan-ı şerif, açların ve fakirlerin halini hakka’l-yakîn ölçüsünde yakından tattırarak, merhamet damarlarının açılması ve kalbin yumuşaması adına ciddi bir fırsat sunmaktadır. Diğer taraftan insana hiçliğini ve zaafiyetini hatırlatarak, Rabbin azameti karşısında tevazu ve tezellül duygusunu pekiştirmektedir.
Ramazan-ı şerif, bütün başarıların olmazsa olmaz bir şartı olan sabır ve sebatın talim edildiği bir aydır. Dünyevî olsun, uhrevî olsun bütün muvaffakiyetlerin temelinde sabır vardır. Sabrın faziletini bilmek, sabırlı olmak için yeterli değildir. İşte oruç, sabırlı olma yolunda Rabbimizin kullarına ikram ettiği bir programdır. Kötülüklere düşmemek, iyiliklerde sebat etmek, başa gelen bela ve musibetler karşısında yıkılmamak ancak sabır nimetine erişmekle mümkündür.
Ramazan-ı şerif, ömre ömür katma fırsatıdır. Zira bin aydan daha hayırlı bir gece olan “Kadir Gecesi” bu ayda lütfedilmiştir. Böyle bir bereketi bir başka ibadet ve amelde bulmak da mümkün değildir. Ramazan-ı şeriften ömrümüze “Kadir Gecesi” aşısı almak, âhiret sermayesi adına ne büyük bir ganimettir.
Nefsin lüzumsuz arzularına gem vurmak, yemek için değil yaşamak için yemek şuuruna erişmek, şeytanın vesveselerine karşı korunmak, cehennem kapılarının kapatılarak cennete özel davetiye almak gibi daha nice nimetlere vesile olan Ramazan-ı şerife, kalp kabımızı olabildiğince açarak girebilmek gerekir.
Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Cennette reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir. (Buhârî, Savm 4; Müslim, Sıyâm 166)
Öyleyse oruç, Cennete açılan özel bir kapıdır.