Adem Ergül

Rabbin Huzurunda Huzur Duymak Uzlet Halvet

Altınoluk Dergisi, 2009 – Agustos, Sayı: 282, Sayfa: 038

Uzlet, kişinin her türlü meşgaleden uzaklaşıp kendisiyle baş başa kalabilmesi, muhasebe ve murakabe duyguları içinde, Allah ile beraberliğin hem hazzını, hem de haşyetini yürekten hissedebilmesidir. Diğer bir ifadeyle, Allah ile beraberlik adına, O’nun dışındaki her şeyden zihnî, kalbî ve fiilî her türlü alakayı kesip, muayyen bir müddet huzurda olmanın zevki ve ürpertisi içinde kalben yenilenmenin adıdır.

Hayallerimiz, düşüncelerimiz, vehim ve kaygılarımız, dost ve düşmanlarımız, hak ve sorumluluklarımız ve hatta gözümüzün gördüğü ve kulağımızın işittiği hemen her şey, bir şekilde gönlümüzü meşgul eder. Bu kadar meşgale ve alaka içinde öyle zaman olur ki, gönüllerimiz, dünya ve ahiret adına hiçbir faydası olmayan vehim, endişe, ihtiras ve hayaller içinde kendini bile unutacak hale gelir. Bu gibi durumlarda, şevksizlik, neşesizlik, tembellik, yorgunluk ve dağınıklık halleri belirmeye başlar. Gayeler, hedefler ve hakikatler unutulmaya, göz ve gönülde değerini kaybetmeye başlar. Daha aşağılık düşünce ve meşgaleler ön plana çıkar ve böylece insan, kendini bile kaybetmekle karşı karşıya kalır. İşte gaflet böyle bir şeydir.

Bu halden kurtulmanın muhtelif usulleri var ise de en önemli yollarından birisi, İbn Atâullâh el-İskenderî’nin tespitine göre uzlettir. Yani günün muayyen bir saatinde kendimize zaman ayırıp, Hak’la beraberlik şuuru altında kişiliğimize ayna tutmaktır. Ehlullaha göre bu zamanların en faziletlisi, gecelerde seher vakitleri, gündüzlerde ise ikindi sonrası zamanlardır.

İslâm, elbette her şeyi bırakıp bir kenara çekilmeyi doğru bulmamış ve bunu dinde yeri olmayan bir ruhbanlık saymıştır. Ancak muayyen bir müddet, kulun kendisini Rabbiyle baş başa hissetmesine vesile olacak itikâf1 vb. uygulamaları da teşvik etmiştir. Hemen her peygamberin hayatında bu nevi uzletlere rastlamak mümkündür. Mesela Mûsâ –aleyhisselam-’ın Tûr dağında kırk günlük süreyle Rabbiyle buluşması, Peygamberimiz –sallallahu aleyhi ve selem-’in Hira/Nur dağındaki halvetleri ve Medine döneminde hiç terk etmediği Ramazan-ı şerifteki itikâfları, bunun en güzel misalleridir. Birçok Hak dostu da uzlet ve halvet eğitimini, insanın tezkiye ve terakkisi için zaruri görmüşlerdir. Hatta bunun usulü ve keyfiyeti hakkında birçok esaslar da belirlemişlerdir2.

Yüce Rabbimiz, Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize hitaben:

«- Rabbinin adını zikret ve her şeyden kesilip yalnız O’na yönel!» (Müzzemmil Sûresi 8) buyurmak suretiyle, gönül âlemini yalnız Zât-ı ulûhiyyetine tahsis etmesini talep etmiştir. Nitekim tasavvufî eserlerde Allah Rasülüne nispet edilen şu ifade de bu duruma işâret eder niteliktedir:

“Benim Allah ile aramda öyle anlar vardır ki, o vakitte ne mukkarreb bir melek, ne de bir  peygamber orada yer alamaz”3.

Bir anlık tefekkürün, bir yıllık nâfile ibâdetten daha üstün olduğu ifade edilmiştir. İşte böyle bir tefekkür ibâdeti, çoğu zaman ancak uzlet hallerinde gerçekleştirilebilir. İnsanın içinde yeni hedefler, niyetler, heyecanlar ve duygular oluşması, tefekkürün mey­veleridir. Yüce Rabbimizin azametini idrâk, kendi acziyetimizin farkına varış, kâinât kitabının satırlarını okumak gibi daha nice büyük sıçrayışlar, ancak engin bir tefekkürün neticesinde erişilebilecek yüksek değerlerdir.

Uzletin tam bir uzlet olması da gönül seviyesi ile alakalı bir durumdur. Yalnızlık, herkes için uzlet değildir. Nefsin fısıltılarını belli düzeyde de olsa bastıramamış kimselerde uzlet ve halvet halleri, çoğu zaman günaha ve kötü düşüncelere kayma anları olmaya adaydır. Hak’la beraberliği gerçekleştiremeyenler, nefisleriyle baş başa kalırlar ki bu, çok daha tehlikeli olabilir. Bu bakımdan Allah ile maiyet/beraberlik şuurunu yakalayamayan kimselerin, yalnızlık yerine, sâlihlerle beraber olmaya gayret etmeleri, bu da mümkün olmayacaksa düşünce dünyalarında onlarla beraber olma hayalleri/rabıtaları kendileri için daha faydalı olabilecektir. Sâlihlerle beraber olmak yerine göre uzletten de daha faziletli bir davranıştır.

Rivâyete göre Cenâb-ı Hakk Dâvud –aley­his­se­lam-’a:

«- Ey Dâvud! Niçin böyle halktan ayrılıp yalnızlığı ihtiyar ediyorsun?» buyurur. Hazret-i Dâvud:

«-  Yâ Rabbi! Halkı Sen’in için terk ediyorum» der. Cenâb-ı Hak O’na:

«-Ey Dâvud! Her zaman uyanık ol ve ihvânından ayrılmamaya bak ama, dostlukları sana yaraşmayan insanlardan uzak kalmayı da ihmal etme!» diye ferman eder.

Gerçek uzlet öyle bir haldir ki, o esnada Hak’tan gayri ne varsa gönlün meşgale alanının dışına çıkarılır. Hatta Hak dostlarının işâretlerine göre o anlarda “şu vakitte şu hayrı yapmalıyım”, “sabah olunca hemen şu güzelliği hayata geçirmeliyim” düşüncesi bile halvete zarar verir. Halvet ve uzlet pasif bir bekleme değildir. Bu bekleyiş kalbe akacak vâridâtı kaçırmama heyecanı içinde, gönül gözleri açık ve Hakk’la halvet adâbıyla geçirilen temkinli bir bekleyiştir.

Uzlet için mutlaka bir kenara çekilmek de gerekmeyebilir. Başarabilen kimseler için “kesrette vahdet” diye ifade edilen “topluluk içinde halvet” hali ne güzel bir haldir. “El kârda gönül yârda olmak”, elbette gıpta edilecek bir seviyedir. Ancak bu hallere erişmek de herkes için kolay değildir. Bu itibarla böyle bir hali gerçekleştiremeyen kimselerin, günün hiç olmazsa bir saatinde, yılın da belli dönemlerinde bir müddet halvet halini yaşamaları, gönüllerinin yorgunluğunu gidermek ve onu yenilemek için en güzel fırsat demleridir. En büyük emanet olan öz cevherimize en kıymetli yatırımdır.

Dipnotlar: 1) İtikâf, Cuma kılınan bir mescidde kişinin kendini ibadet ve taatlere vermesi durumudur. Kadınlar evlerinde itikaf sünnetini gerçekleştirebilirler. Detaylı bilgi için ilmihal kitaplarına bakılabilir. 2) Uzlet ve halvet bir eğitim metodu olarak kullanılacaksa, bu ancak bir mürşid-i kâmilin terbiyesi altında gerçekleştirilmelidir. Zira kime nasıl ve ne kadar halvet teklif edileceğini ancak konunun uzmanı mürşidler bilebilir. 3) Bkz. Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, II, sh. 226, hadis no:2159.