Altınoluk Dergisi, 2009 – Ekim, Sayı: 284, Sayfa: 028
İbn Ataullah el-İnkenderî –kuddise sirruh- buyurur:
İnsanoğluna verilen en önemli hususiyetlerden biri, hiç şüphesiz, merak ve araştırma duygusudur. Yeni yeni keşifler, bilgiler ve müşâhedeler, bize ayrı bir lezzet verir. Belki ferdî ve içtimâî terakkinin en önemli sebebi de insanın araştırıcı ve merak edici bir rûha sahip olmasıdır.
Bilinmezliklere doğru çıkılan yolculuklar, hem tedirginlik, hem de ayrı bir zevk verir. İlk nazarda hemen bilinemeyen ve kişilere göre değişkenlik arzeden bu alan, dînî literatürümüzde “Gayb” kavramıyla ifâde edilmiştir. Gaybin birçok çeşidi vardır. Kur’an-ı Kerim muhtelif âyetlerde, mutlak gaybın diğer bir ifadeyle gaybın tamamının (küllî gayb) ancak Allah tarafından bilinebileceğine dikkat çeker. Bununla beraber Allah’ın dilediği kullarını gaybî bilgilerin bir kısmından haberdar edebileceğine de ayrıca işâret edilir.
İnsanın göklerde ve yerde bulunan nihâyetsiz âyet ve ibret levhalarını okuması teşvik edilmiş ve bu yolda araştırmalara âdetâ teşvik edilmiştir. Ancak özellikle geleceğe dair bilgi edinme arzularının zandan öteye geçmeyeceğine dikkat çekerek de, bu alanda dikkatli olunması istenmiştir. Fakat insanoğlu, bu nevi bilgileri elde edebilmek adına Kur’an ve sünnet tarafından pek de tasvip görmeyen birçok yollara da başvurmuştur. Meselâ cinlere, kâhinlere, falcılara ve medyumlara başvurmuş ve geleceğe ve bilinmezliklere bir ışık aramıştır. Bu çabalarından da büyük bir zevk almıştır.
Yine aynı şekilde birçok mâneviyat yolcusu –ehlince pek itibar edilmese de- kalp gözünün açılmasına ve keşf ehli olmaya büyük değer atfetmiş ve bu hâle erişmeyi âdetâ hedef haline getirmiştir.
İşte bu ve benzeri arayış sahiplerine hitaben İbn Atâullah el-İskenderî –kuddise sirruh- Hazretleri buyurur ki:
“Zâhiren gizlenmiş ayıp ve kusurlarını keşfetmen, sana gizli kalan gaybî bilgi ve hâdiselere muttali olmandan daha hayırlıdır.”
Yüce Rabbimiz: “Kendi içinizde de nice âyetler var; görmüyor musunuz?” (Zâriyât 21) buyurmak sûretiyle, insanın kendi dünyasını keşfe çıkmasına dikkat çeker. Bu âyette ifade edilen mânâ çerçevesine tedebbür ve tefekkürle yaklaşacak olursak diyebiliriz ki: Evet bir değil birçok âyetler var. İlâhî azamet ve kudret akışlarını sezebileceğiniz, kendinizin ne olup ne olmadığını görebileceğiniz sayısız âyetler var. Sizde bir mucize tesiri icrâ edecek nitelikte nihâyetsiz harikulade işâretler var. Ve siz esasen bu âyetleri keşfedebilecek fıtrattasınız. Bu istidat ve kabiliyete sahipsiniz. Ancak bu âyetleri görmek için kalpleriniz âmâ olmamalıdır. Zira esas körlük, baş gözünün körlüğü değil, göğüslerde bulunan kalplerin körlüğüdür. Baş gözü, kalp gözüne ancak bir gözlük olabilir. Bununla göklerde ve yerde Rabbin âyetlerini görüp anlamanız mümkündür; ancak kendi içinizdeki âyetleri görebilmek için basiret denilen gönül gözünüzün açık olması gerekir. Aksi halde iç dünyanızdaki yıldızları ve güneşleri müşâhede etmenizin imkânı yoktur.
Kendini unutan insan, daha çok başka şeylerin peşinde bir ömrü hebâ eder ve pek tabii olarak kendini de hebâ eder. Âriflerin ve hikmet ehli pek çok tefekkür erbâbının ifâde edegeldikleri: “Kendini tanıyan Rabbini tanır” gerçeği, insanlık tarihi kadar kadîm bir düsturdur. İnsanlığın en üstün mürebbileri olan Peygamberler ve mürşidler, insanoğlunun gözünü ve gönlünü öncelikle kendini keşfe doğru çevirmesini istemişlerdir.
Başkalarının ayıp ve kusurlarını keşfetme arayışı, Allah ve Rasülü nezdinde son derece çirkin ve hatta aşağılık bir davranış bozukluğu olarak değerlendirilmiştir. Keşfetme bir tarafa, ortaya çıkan ayıp ve kusurların örtülmesi istenmiştir. Nitekim:
“…Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter. ” buyrulmuştur. (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. )
Yine buyrulmuştur ki:
“Müslümanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine düşer, araştırmaya kalkışırsan, onların ahlâkını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun. “ (Ebû Dâvûd, Edeb 37)
Kendi eksik ve kusurlarını gören kimse, onları telafi yoluna gideceğinden kendi kalitesini artırmış olacaktır. Kendini gören kul, nefsinin kendisine neler fısıldadığını iyi bildiği için kendi kendini aldatmaz. Başkalarının kusurları üzerinden pirim yapmak yerine, kendi eksikliklerini gidermek ve güzelliklerine güzellik katmak suretiyle Rabbi katında izzet ve şerefini artırır. Bu durum kalbî uyanıklığın ve gerçek zeki ve akıllı olmanın da bir nişânıdır.
İçimize doğru seyahat edip orada karşılaşacağımız, kibir, hased, cimrilik, baş olma sevdası, kendini beğenme gibi zehirli şahsiyet virüslerini keşfedip temizlemek, insanların ayıplarına muttali olup onlara karşı sü-i zannımızı artıracak keşif halinden daha üstündür.
İmâm-ı Gazâlî gibi âlim ve ârifler, insanın kendi başına kendisini keşfetmesinin çoğu zaman mümkün olamayacağını ifade etmişler ve Rabbânî âlimlerin, Kâmil mürşidlerin ve sâdık dostların bu konuda büyük bir yardımcı olduğunu beyan etmişlerdir. Bu itibarla nefse, kalbe ve rûhâ ait hastalıkların ve bunların tezkiye ve tedâvî yollarının hâzık tabipler eliyle olacağı gerçeği ihmâl edilmemeli, âleme nizam verirken kendimiz unutulmamalıdır.