Adem Ergül

Îmanda Sadâkat Nişânı: Adanmışlık

Altınoluk Dergisi, Sayı : 347 – Ocak 2015

Her sözün bir bedeli vardır. Söz vermek demek, tüm varlığımla -ne pahasına olursa olsun- bu sözümün arkasındayım demektir. İşte böyle bir duruşa sadâkat diyoruz. Sözü unutmak ya da görmezden gelmek, ihmâl etmek, gereğini kuşanmamak, mazeretlere sığınmak, ayak sürümek gibi daha nice tavır ve davranışlar vardır ki, sadâkati bozan ve sahibini yalancı, münâfık ve şahsiyetsiz bir konuma düşüren hususlardır. Öyleyse hiçbir söz rastgele verilmemelidir.

“Rabbim Allah’tır” demek, bir büyük sözdür ve hayatî bir davadır. Îman da bu sözü söylemek ve arkasında durmaktır. Bu söze sadâkat demek, Allah Teâlâ’yı kendisine kul olunabilecek yegâne mabûd bilmek, hakkımızda hüküm verici olarak yalnız O’nu görmek, bütün benliğimizle O’na bağlı bir hayat sürmek ve gerektiğinde tüm varlığımızla O’na ait olduğumuzu sadece sözde değil, fiilde de gösterebilmektir. Şu âyet-i kerime, îmanda sadâkatin mutlaka test edileceğini ilan eden ilâhî bir fermandır:

“İnsanlar, (sadece) “îman ettik!” demeleriyle bırakılacaklarını ve sınava çekilmeyeceklerini mi sanıyorlar? Evet, andolsun ki, Biz kendilerinden öncekileri de sınadık; o halde (bugün yaşayanlar da sınanacak ve) elbette Allah, (îman ettik sözlerinde) sadâkat gösterenleri de ortaya çıkaracak ve yalancıların kimler olduğunu da gösterecektir.” (Ankebût Sûresi, 2-3)

Sadâkat imtihanının iki temel alanı vardır: Canımız ve sahip olduklarımız. Yani her şeyimiz. “İnnâ lillâh” (Biz tüm varlığımızla Allah’a aidiz) demek, başka nasıl anlaşılabilir ki? Bu iki alanda fedâkâr bir ruhla hareket edenler, kullukta sadâkatini ispatlamış bahtiyarlardır. Bu hakikati Rabbimiz şöyle beyan eder:

“Müminler ancak şu kimselerdir ki, Allah’a ve Resûlüne iman etmiş, sonra da bu konuda şüpheye düşmemiş, Allah yolunda da mallarıyla ve canlarıyla cihâd etmişlerdir. İşte (iman ettik sözlerinde) sadâkat gösterenler bunlardır.” (Hucurât Sûresi, 15).

“Gerçek erdemlilik, yüzünüzü doğuya ya da batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitâba ve peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve zekâtı îfa eden kişidir; ve (gerçek erdem sahipleri) söz verdiklerinde sözlerini tutan, felâket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir. İşte sadâkatlerini gösterenler bunlardır ve gerçek müttakî olanlar da ancak böyleleridir” (Bakara Sûresi, 177).

Verici bir ruh taşıma ve adanma duygusunun, İslâm ve Müslüman kelimeleri ile ilgisini göstermesi bakımından dil üzerine araştırmalarıyla tanınan İzutsu’nun şu tespitleri de konumuz açısından son derece önemlidir:

İslâm kelimesi veya onun fiil hâli olan esleme, Kur’ân-ı Kerim’in henüz nazil olmadığı cahiliye döneminde “teslim etmek, vermek” anlamına gelirdi. Bir kimsenin kendisi için çok değerli olan bir şeyi isteyen kimseye vermesi demekti. Bu değerli şey, bazen insan için en değerli olan kendi varlığı da olabilirdi. Bu durumda esleme kelimesi, kendisini teslim etmek anlamını taşırdı.”1

“Kur’an-ı Kerim’de bu kelimenin kullanımında da bu mânâ muhafaza edilmiştir. Burada kastedilen, tarihî mânadaki İslâm değil, her ferdin bilerek, içtenlikle kendisini Allah’ın iradesine teslim etmesi anlamındaki islâmdır. Kısaca şu âyette ifade edildiği gibi, kendini ilâhî iradeye şartsız teslim etmedir: “Rabbimiz, bizi sana teslim olanlar kıl”2. Bir insanın müslüman oluşu, birçok şeyleri ifade eder ama bize (Izutsu) göre bu, her şeyden önce bencilliğinden, kendi gücüne güvenmekten vazgeçip, alçak gönüllü, halîm, selîm bir kul olarak yegane Efendisi Allah’ın huzurunda durmayı ifade eder.”3

Şu âyet-i kerimede, Hak uğrunda canını vermeyi göze almış kimselerin sadâkatlerini ispat etmiş kimseler olduğu gerçeği beyan edilir:

“Mü’minlerden öyle erler vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kalmışlardır. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb Sûresi, 23).

Anlıyoruz ki, sadâkatin tescili, tüm varlığımızla O’na ait olduğumuzu gösterebilmektir. Şâirin ifadesiyle:

Cânı Cânân dilemiş vermemek olmaz ey dil

Ne niza eyleyelim ol ne senindir ne benim

diyebilmektir.

Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şerifler bir bütün hâlinde incelenecek olursa şu söylenebilir ki, Allah’ın verdiği can ve nimetleri, O’nun uğrunda paylaşabilme ve infak edebilme erdemi, kişiliğimizin bir parçası hâline gelmeden, sâlihler ve sâdıklar safına katılabilmenin imkân ve ihtimâli yoktur.

Esasen mal ve candaki bu adanışlar, sonucu kendi kişilik kalitemize, dünyevî huzur ve saadetimize ve daha ötede âhiret merkezli ana sermayemize dönen çok bereketli ve kârlı yatırımlardır. Rahmân ve Rahîm olan Mevlâmız, kullarının daha çok kazanmalarını istemektedir. Bir güzellik sunana, en az on katı ile karşılık vereceğini vadetmektedir. Hiçbir fedakârlık ve ihsan asla karşılıksız kalmayacaktır. Bu hakikat Lokman –aleyhisselâm-’ın dilinden şöyle ifade edilir:

“Yavrum! Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde, yahut göklerin derinliklerinde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.” (Lokman Sûresi, 16)

Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî der ki:

“Hak yolunda ekmek verirsen sana da ekmek verirler. O’nun yolunda can verirsen sana da nice canlar bağışlarlar.”

Netice olarak, şu imtihan yurdunda yalnız kendi menfaati için yaşayanlar küçük olarak yaşar ve küçük olarak ölürler. Hayatında başkalarına da yer verenler ise hem yüreğinde cennet nefesleri soluklar, hem de dünyada ve ukbada izzet tacını giyerler. Tarih boyunca iz bırakan liderler ve öncüler, istisnasız hep fedakâr ve verici bir ruha sahip kimseler arasından çıkmıştır. Başarılar ve zirveler de hep fedakârlık üzerine bina edilmiştir. Fedakârlık bunların çok daha ötesinde bir güzelliğe daha vesile olur ki, o da: Sâdık müminler safına girebilme bahtiyarlığıdır.

Dipnotlar : 1) Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan (çev. Süleyman Ateş), s. 188. 2) Bakara Sûresi, 127. 3) Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan (çev. Süleyman Ateş), s. 187-190.