Adem Ergül

İlâhî Yardıma Yöneliş

Altınoluk Dergisi, 2006 – Subat, Sayı: 240, Sayfa: 007

İman en büyük bir imkandır. Zira o, zayıf ve bîçare bir varlığı, her şeye gücü yeten Yüce bir varlığa bağlayan manevî bir enerji hattıdır. Her şeye kâdir olan Yüce Mevlâ’nın eşsiz yardımını talep ederek yola çıkan kimse, elbette büyük bir ümit ve özgüven içinde yoluna devam edecektir. Zira bir mü’minin, başarısızlığa, âcizliğe ve çâresizliğe düşüp ümitsizlik girdabına kapılması, ya gafletinin ya da iman zaafiyetinin bir sonucudur.

İbn Atâullah el-İskenderî –kuddise sirruh- işte bu hakikate dikkat çekerek der ki:

“Rabbiyle yola çıkan kimse yolda kalmaz, işi aksamaz; nefsiyle yola çıkanın ise işi zor ve yolu sarp olur. Nihayette başarılı olmanın alameti, başlangıçta Allah’a yönelmektir.”

Mümin bir kul “zayıf yaratıldığı”nın şuurundadır. “Her türlü güç ve kudretin ancak Allah’ın elinde olduğunu” bilir. Bunun için “Ancak Sen’den yardım dileriz” şuuruyla her işinde o Yüce Yaratıcı’dan yardım dilemenin gereğine inanır. Bu inançla her işine “Bismillah” diyerek başlar. Zira bilir ki, Allah’ın yardımı talep edilerek başlanılan işlerde bereketsizlik zuhur etmez. Allah Teâlâ, besmele ile başlanılan bir işi yarım bırakmaz. Nitekim Allah Resülü -sallallahu aleyhi ve selem- “Besmele ile başlanan işlerin yarım kalmayacağı” müjdesini ümmetine haber vermiştir1.

Süleyman Çelebi bu nebevî müjdeyi Nebiyy-i Ekrem Efendimizin doğum ve miracını konu olan “Mevlid”inin başında şöyle ifade etmiştir:

Allah adın zikredelim evvelâ

Vâcib oldur cümle işde her kula

Allah adı olsa her işin önü

Her kiz ebter olmaya ânın sonu2

Bir işe “besmele” ile başlamanın anlamı şudur: “İşime, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlıyorum. O’nun izni ve yardımıyla ve O’nun için bu işin başındayım ve O’nun adına teşebbüste bulunuyorum. Çünkü bu başladığım işin tamamlanmasında gerekli olan kuvvet ve kudret, O’nun tarafından bana verilmiştir. O bana bu kuvvet ve kudreti vermezse benim bu işi tamamlamam mümkün olmaz.”

Said Nursî –kuddise sirruh- besmelenin insana verdiği manevî gücü güzel bir misalle şöyle açıklar:

“Bedevi Arab çöllerinde seyahat eden bir adama gerektir ki, bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin. Tâ ki eşkiyanın şerrinden kurtulup ihtiyaçlarını tedarik edebilsin. Yoksa tek başına düşmanlara karşı perişan olacak ve ihtiyaçlarını yerine getiremeyecektir. İşte böyle bir seyahat için iki adam, sahraya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi. Diğeri mağrur… Mütevazi adam, bir reisin ismini aldı. Mağrur adam ise almadı… Reis adına seyahat ettiğini söyleyen adam, her yerde selâmetle gezdi. Bir yol kesiciye rastgelse: “Ben, filan reisin himayesinde onun adına ve onun ismiyle gezerim.” der ve böylece eşkıya da ona ilişmezdi. Bir çadıra girse, o nam ile hürmet görürdü. Öteki mağrur ise, bütün seyahatinde öyle belalar çekti ki, tarif edilemez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem de rezil oldu.

İşte ey mağrur nefsim! Sen o seyyahsın. Şu dünya ise, bir çöldür. Aczin ve fakrın sınırsızdır. Düşmanın ve ihtiyaçların nihayetsizdir. Madem ki gerçek budur; şu sahranın Mâlik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelî’sinin ismini al. Tâ ki, bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremeden kurtulasın.

Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki, senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete ve rahmete bağlayıp Kadîr-i Rahîm’in dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçı yapar. Evet, bu kelime ile hareket eden, o adama benzer ki, askere kaydolur. Devlet namına hareket eder. Hiçbir kimseden pervası kalmaz. Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, her şeye karşı dayanır.”3

***

İnsan unutkan bir varlıktır. Zaman zaman ilâhî iradeyi ve tasarrufu göz ardı ederek, kendi güç ve kudretine güvenip yola çıkar. Bu gibi durumlarda mümin bir kul, çoğu zaman zorluklarla ve imkânsızlıklarla karşı karşıya kalır ve o zaman Yüce Mevlâyâ yalvarmaya başlar. Aynı durum inkarcı için söz konusu olmayabilir. Zira Allah Teâlâ’nın tüm varlık üzerindeki tasarruf ve gücüne inanan bir kimse ile böyle bir inanca sahip olmayan bir inkarcının karşılaşacağı tecelliler farklı farklıdır. Mümin bir kimse, bu gerçeğin farkında olarak Allah’tan yardım dilemeden bir işe yönelecek olsa, ilâhî bir ikaz olarak o iş kendisine zorlaştırılırken, aynı durum inkarcı birisi için aynı şekilde tecelli etmeyebilir. Bu hal, dünyada gerçekleşen ilâhî imtihanın ince bir sırrıdır, denilebilir. Mârifetullah yani Allah’ı tanıma şuuru geliştikçe, dikkat edilmesi gereken edepler de aynı ölçüde gelişip derinleşmesi gerekir. Bu sebeple denilmiştir ki, “Sâlih kulların yaptığı nice güzel görünen ameller vardır ki, o ameller mukarrebîn adı verilen Hakk’a yakın kullar tarafından yapılacak olsa onlar için kusur sayılır”.

Bir mümin için Allah’ın kapısına müracaat, bütün kapıların kapanıp çaresiz kalındığında yapılması gereken bir müracaat değildir. Tam aksine, Yüce Rabbimizin yardım ve inayet kapısı, işin başında, devamında ve sonucunda her zaman yönelinmesi gereken ulvî bir kapıdır. Şu ezelî hakikat her müminin gönlünde nadîde bir nakış gibi yazılı olmak durumundadır:

“Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakıverirse ondan sonra size kim yardım edebilecektir? Müminler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.” (Âl-i İmrân Süresi, 160)

Allah’a inanan bir kula acizlik yakışmaz. Zira o her şeye gücü yeten bir Rabbin kuludur. Mümin, kendini hiçbir zaman sınırsız bir güce sahip göremez, görmemelidir de. Bununla beraber sınırsız bir güce dayanıp güvendiğinde, başaramayacağı herhangi bir işin olmayacağının da farkında olmalıdır. Resül-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve selem- Efendimizin şu hadis-i şerifleri, bir Müslümanda bulunması gereken ufku, iş yapma tarzını ve hadiseler karşısında takınması gereken tavrın ne olması gerektiğini veciz bir şekilde ortaya koyar:

“Kuvvetli mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmek için hırsla çalış. Allah’dan yardım dile ve asla acizlik gösterme. Başına bir musibet gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.” (Müslim, Kader 34. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 10.)

Güç ve kudretin Allah’a ait olduğu, O’nun izni ve iradesi olmadan hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceği inancı, hakikatte büyük bir gönül huzuru ve sarsılmaz bir ruh dengesinin teminatıdır.

Ebû Mûsâ -radıyallahu anh- anlatıyor:

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün bana hitâben:

– “Cennet hazinelerinden bir hazineyi sana bildireyim mi?” buyurdu. Ben de:

– Evet, Yâ Resûlallah, bildir, dedim. Şöyle buyurdu:

“Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” (deyip bunun gereğine iman etmendir. Yani her türlü güç ve kudretin ancak Allah’ın izni ve iradesi ile gerçekleşebileceğinin şuurunda olmandır.) (Buhârî, Megâzî 38, Daavât 50; Müslim, Zikir 44-46.)

Cenâb-ı Hakk’ın kulunun elinden tutup onu başarıya eriştirmesi, dînî literatürümüzde “tevfîk” ya da “hidâyet-i mûsile” olarak adlandırılır. Bu sebepledir ki selef-i salihînin birbirlerine olan duaları zaman zaman “Allah sana tevfikini refîk etsin” şeklinde olmuştur. “Tevfîk” nimeti, Allah Teâlâ’nın mü’min kuluna özel bir lütfudur. Bu yüce nimeti O’ndan sürekli talep etmek, kulluk yolculuğumuzun en önemli azığı olacaktır.

***

İlâhî yardım talebiyle başlanılan işlerde, unutulmaması gereken diğer bir Rabbânî prensip, Allah’ın kâinât nizamına koyduğu temel esaslara (sünnetullah) ve sebeplere hakkıyla riâyet etmektir. Bu esası görmezden gelmek, hakikati eksik idrak etmek demektir. Başlangıçtaki ilâhî yardım talebi, sonucu oluşturacak sebepler kapısının kolayca açılmasını temin edecek önemli bir anahtar mesabesindedir. Netice kulun istemediği şekilde gerçekleşirse, bu sonuçta da daha başka hayırların olduğunda şüphe yoktur. Zira hayırlı sonuç, her zaman bizim severek arzu ettiğimiz şey olmayabilir. Kur’ân-ı Kerim bu hakikati şöyle beyan eder:

“ … Hoşunuza gitmeyen öyle şeyler vardır ki, o şeyin olması sizin için bir hayırdır. Yine olmasını arzuladığınız öyle şeyler vardır ki, o şeyin gerçekleşmesi sizin için bir şerdir. Allah bilir siz bilemezsiniz” (Bakara Süresi, 216)

Her zorluğu kolaylaştıran Yüce Allah’ın yardımını, yine O’nun bize öğrettiği şekilde zât-ı ulûhiyetinden talep etmek, ilâhî inâyete ulaşmamızı kolaylaştıracaktır. Kullarına eşsiz merhameti olan Rabbimiz işte bu yolu bize şöyle öğretir:

“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir” (Bakara Süresi, 153)

Hülasa bir işe başlamadan önce Hakk’ın yardım ve tevfikini sabırla ve ısrarla talep etmek, işimizi kolay ve yolumuzu asân edecektir.

Dipnotlar : 1) Bkz. Feyzu’l-Kadir, V, 13. 2) “Her işin evvelinde Allah adını analım. Zira her kulun bu edebe riayet etmesi gerekir. Bir işin başında Allah adı anılacak olursa, o iş Allah’ın izni ve yardımı ile bereketlenir ve başarıyla sonuçlanır.” 3) Bkz. Said Nursi, Sözler, Birinci Söz.