Adem Ergül

İlâhî Merhamete Eriştiren Kardeşlik İçin…

Altınoluk Dergisi, 2013 – Ağustos, Sayı: 330, Sayfa: 006

Terbiye/tezkiye görmemiş ham insan, bir yönüyle varlık mayasında fesat ve kan dökücülük istidadı (fücur) taşıyan1 ve kendi kendine sürekli kötülük fısıldayan2 bir varlıktır. Yaratılışın başlangıcında imtihan kastıyla öz mâhiyetine bu istidat yüklenmiştir.3 Yine onun mayasına yüklenen bir diğer program da, kendisine zarar verecek her türlü tehlikeye karşı kendini koruyabilme (takvâ) özelliğidir4. Şu dünya imtihanında muvaffakiyetin en önemli ve öncelikli konusu, hiç şüphesiz, içimizdeki bu fesadı, fısk u fücûru temizlemek (tezkiye) ve kendimizi koruyacak kalp, akıl, basiret, idrak, gibi takvâ melekelerimizi sıhhatli çalıştırmak suretiyle ilâhi rahmete ermek olacaktır. Bu özelliklere sahip insanoğlunu, sulh/barış ve muhabbet duyguları ile ülfet ettirmek ve daha ötede kardeşleştirmek, ciddi bir terbiye meselesidir. İşte îman, mü’minler topluluğunu birbirinin kardeşi kılan Rabbânî terbiyenin temelini teşkil eder. Böyle bir kardeşliğin yaşanması, ilâhî merhamete topluca erişmenin de en önemli vesilelerinden biridir. Şu âyet-i kerime bu hakikati ifade eder:

“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki ilahi merhamete erişebilesiniz.” (Hucurât Sûresi, 10)

Bu âyetin beyanından anlıyoruz ki, kardeşlik seviyemiz, esasen îmân seviyemizi de gösteren sağlam bir ölçüdür. Kardeşleşmedeki kusurumuz, imanımızdaki zaafiyetten kaynaklanır. Zira îman, bir şerh-i sadır hadisesidir. Yani gönlümüzün genişlemesi, diğer bir ifadeyle deryalaşmasıdır. Dar ve sığ gönüller arasında kardeşlik tesis etmek zordur. Gönül genişlerse, insan affedici olur, hoş görülü olur, cömert ve mutevazı olur, sabırlı ve anlayışlı olur. Ancak bu neticeler, iman kalbe iner ve orayı imar ederse gerçekleşir; dilde kalan, sığda kalan, surette kalan bir Müslümanlık elbette bu sonucu doğurmaz. Rabbimiz mü’minler arasında îmâna dayalı kardeşliğin lüzumunu beyan ettikten sonra bu kardeşliğin korunması, kollanması ve geliştirilmesi adına bazı ikaz ve irşadlarda da bulunur. Hucurat Sûresi bu yönüyle kardeşlik esaslarının birçoğunun bir arada zikredildiği hususi bir sûredir. Buna göre: 1. Mü’minler birbirini küçük görmemelidir. Saygı temeline dayalı bir kardeşlik sergileyebilmelidirler. Bu meyanda hele hele birbirini alay konusu yapmak, Allah katında büyük bir günah sebebidir. Mü’minlerin birbirlerini fert fert küçük görmemeleri gerektiği gibi bir grup da diğer bir grubu küçük görmemelidir. Ferdî enaniyet/benlik de, grup enaniyeti de kardeşliğin baş düşmanıdır. Özellikle grup egosu daha da parçalayıcıdır. Bu itibarla denilebilir ki, mesleğine, meşrebine, mezhebine ve bunun gibi daha nice nice grup oluşturma değerlerine bakarak, bir topluluk diğer bir topluluğu hafife alır ve onu küçük görürse, İslâm toplumunun birliğine ve kardeşliğine en büyük zararı vermiş olur. Zenginler fakirleri, yöneticiler yönetilenleri, üst meslek grupları diğer meslek erbabını, bir cemaat diğer bir cemaatı hak ve hakikat üzere oldukları halde istihkâr ederse, aralarındaki kardeşliğe zehir serpmiş olurlar. Böyle bir durumda esasen küçük gören kendisini de küçültmüş olmakta ve yaralamaktadır. Zira mü’minler topluca tek bir ceset gibi olmak durumundadırlar. 2. Kardeşliği zedeleyen ve ilâhî rahmetin inmesine mâni olan bir büyük hastalık da kesin bir bilgiye dayanmadan, mü’minlerin birbirleri hakkında belli kanaatlere ulaşıvermesi ve buna dayalı olarak da karşı tarafı mahkûm etmesidir. İnsan ve cin şeytanlarının vesveselerini, dedikodularını, yorumlarını, vehimlerini esas kabul edip kardeşliği zayi etmek, iyi düşünülürse ne büyük bir kayıp ne büyük bir zulümdür! 3. Kardeşlik, affediciliği, bağışlamayı, ayıp örtücülüğü gerektirir. Hangi insan ayıplardan ve kusurlardan müberrâ olabilir ki? Gerçek bu iken ayıpları örtmek şöyle dursun, ayıp ve kusur avcılığına çıkmak, kardeşliği parçalamada şeytana dost olmak demektir. 4. Müminler birbirlerini hem huzurlarında hem de gıyaplarında hayırla anmalıdırlar. Güzel cümlelerle beraberlik ve kardeşlik duygularını pekiştirmelidirler. Birbirinin gönüllerini incitecek ifadelerden şiddetle kaçınmalıdırlar. Zira gönüllerin soğuması kardeşliği de bozup dağıtacaktır. Bu sebeple gıybet denilen dedikodu hastalığı, Allah katında çok çirkin bir günah olarak tasvir edilmiştir. 5. İnsanların soya dayalı üstünlük iddiaları da son derece anlamsız bir iddiadır. Zira herkesin dünyaya gelişi aynı şekildedir ve hiç kimse kendi anne babasını, kavm ü kabilesini seçme hürriyetine sahip değildir. Bir üstünlük aranacaksa bu ancak gönüllerdeki takvâ duygusu olmalıdır. Takvânın seviyesini ise ancak Allah bilebilir. Öyleyse kulların birbirine üstünlük iddiaları, ancak kardeşliklerini bozan şeytânî ve nefsânî bir düşünceden ibarettir. 6. İlâhî merhamete erişmek için kardeşliğin bir diğer gereği de birbirini yanlıştan korumaları ve güzelliklerin ikamesi için birbirine dostça yardımcı olmalarıdır. Şu âyet-i kerime işte bu müjdeyi vermektedir:

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte Allah böylelerine merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Sûresi, 71)

Netice olarak, İslâm dünyasının yeniden bir gerçek baharı yaşaması, ancak imana dayalı kardeşlik duygularının neşv ü nemâ bulmasına bağlıdır. Yüreklerde böyle bir îman ve muhabbet tutuşturulmadan, ilişkilerde ülfet ve merhamet tecelli etmeyecek, müminler de hep birlikte huzur ve saadeti de yakalayamayacaklardır. Âhiretteki cennete girmek için lüzumlu olan kardeşlik, dünyada arzulanan cennet saadeti için de vazgeçilmez bir zaruridir.

Dipnotlar: 1) Bakara Sûresi, 30. 2) Kâf Sûresi, 16. 3) Şems Sûresi, 8. 4) Şems Sûresi, 8.