Adem Ergül

Hizmetle Takvâya Yükseliş Takva ile Hizmete Yöneliş

Altınoluk Dergisi, 2012 – Şubat, Sayı: 312, Sayfa: 006

Kur’ân-ı Kerim’de takvâ, insanların Allah katındaki dindarlık ve değer ölçüsü, diğer bir ifadeyle kulluk kalitesi olarak takdim edilmiştir. Bu kavramın muhtevâsında İnsanın,

Kendisine zarar verecek maddî manevî tehlikelere ve kirlere karşı fıtrî temizliğini koruması, Hakikatini, özbenliğini ve şahsiyetini zedeleyecek ve hatta helâk edecek görünen-görünmeyen, dünyevî-uhrevî tehlikelere karşı ilâhî emirlerin sınırları içine sığınıp kendini koruması, Manevî hâlini ve derecesini diğer bir ifâdeyle kurbiyyetini (Allah’a yakınlık duygusunu) geliştirmek sûretiyle Hak katındaki değerini artırması, Allah’a karşı mesûliyet şuuru içinde, korku ve haşyetle titreyen bir gönülle, gafletten uzak bir hayat tarzı oluşturması gibi anlamlar vardır.

Muttakî kullar, Allah tarafından methedilen kullardır. Nefsânî duyguların karanlığı içinden kurtulup, îmân, İslâm ve ihsân nurlarıyla hayatını aydınlatan kimselerdir. Hak dostlarının ifâdesiyle, nefsini tezkiye, kalbini tasfiye yolunda mesafe almış olanlardır.

Bu kıvama nasıl erilir, hangi yollar bu zirveye götürür, işte cevabı verilmesi gereken soru budur. İlâhî rahmet, bu konuda da kulu yalnız bırakmamıştır. Bu yüksek burcun yolunu da açık seçik göstermiştir.

Kur’ân-ı Kerim’de takvâya erdirici vesileler olarak, sahih bir itikat (inanç esasları), huşû ve huzurla edâ edilen ibâdet hayatı ve mahlûkâta yönelik hizmetler dikkatlere sunulmuştur. Biz bu yazıda, hizmetin takvâya vesile olma yönünü ve hizmetlerin de takvâ ile îfâ edilmesi edebini Kur’ân çerçevesinde incelemeye çalışacağız.

Hizmet, vermektir; malından, mülkünden, vaktinden ve hatta gerektiğinde canından verebilmektir, paylaşabilmektir. Başkasının ihtiyacını görmektir, derdine çâre olmaktır, hüzünleri sürûra çevirmektir. Rahmân ve Rahîm olan Rabbin yeryüzünde merhametli bir kulu olabilmektir. Merhameti yalnız kendisine değil, Allah’ın diğer kullarına, hatta tüm canlılara şâmil hâle getirebilmektir. Hiç şüphesiz bu hâl, kulun Allah katındaki değerini yükseltecektir, diğer bir ifâdeyle muttaki kullar zümresine girmesine vesile olacaktır.

Nitekim şu âyet-i kerime, kulu muttaki (takvâ sahibi) kılan hususların neler olduğunu tam bir çerçeve hâlinde sunmaktadır ki, hizmetin burada önemli bir yere sahip olduğu da açıkça görülmektedir:

“(Namazda) yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz; birr (yani taat bu) değildir. Fakat birr (gerçek taat), Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îman eden, malı (nı Allah) sevgisiyle (yahud: mala olan sevgisine rağmen) akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmış misâfirlere, ihtiyacını dile getirip isteyenlere, köle ve esirler(i kurtârmay)a veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, ahidleşdikleri zaman sözlerini yerine getiren, sıkıntıda ve hastalıkda ve muharebenin kızışdığı zamanlarda sabr ve metânet gösterenler(in birridir). İşte sâdık olanlar bunlardır ve yine muttaki olanlar da ancak böyleleridir.” (el-Bakara, 177)

Bakara sûresinin ilk âyetlerinde de muttakî kulların temel vasıflarından biri olarak “Kendilerine rızık olarak ihsan edilen her ne var ise onlardan sürekli infak halinde bulunurlar” (el-Bakara, 3) denilerek, veren insan olmanın kulluk seviyesini yükselten önemli bir eğitim vasıtası olduğuna dikkat çekilmektedir.

Kur’ân-ı Kerim dikkatle incelenecek olursa, çok sayıda âyetin, sâlih insan olmak ile veren insan olmak arasında çok sıkı bir ilişkinin varlığına işâret ettiği görülür1. Hatta sevdiklerinden infak etmeyen kimselerin asla hayrın kemâline diğer bir ifadeyle sâlihler kervanına (ebrâr zümresine) katılamayacağı beyan edilir2. Zira nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesinde arındırıcı vasıtaların en önemlilerinden biri de veren insan olmaktır. Nitekim vermenin temizleyici ve geliştirici özelliğine âyet-i kerimede şöyle dikkat çekilir:

“Onların mallarından sadaka al ki bu sayede onları temizlemiş, arındırmış ve geliştirmiş olursun…” (Tevbe, 103)

Kalbinin katılığından şikâyetçi olan sahabisine: “Git bir yetimin başını okşa, kalbin yumuşar”3 tavsiyesinde bulunan Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- de hizmetin kalbî kıvamı yükselten bir eğitim aracı olduğuna işâret etmiştir.

Hizmet bir taraftan kibir, haset, cimrilik, bencillik, acımasızlık gibi daha nice kalbî hastalıkların ilacı olurken, diğer taraftan da ülfet, muhabbet, merhamet, tevazu ve cömertlik gibi güzel ahlâkın doğmasına vesile olan yükseliş merdivenidir.

Medeniyet tarihimizde, şahsiyet ve takvâ eğitimi veren sûfîlerin hizmeti bir eğitim vasıtası olarak etkili bir şekilde kullanmaları da büyük bir firâsetle Kur’an ve sünnetten çıkardıkları son derece ehemmiyetli bir eğitim vasıtasıdır. Çünkü faziletlerle öne geçmenin şartı, oturmak değil, her türlü imkânın ve fedakârlığın Hak yolunda yapılan hizmetlerde cömertçe sergilenebilmesidir. Bu hakikate âyet-i kerimede şöyle işâret edilir:

“Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah (mü’minlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir. Ama mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (en-Nisâ, 95-96)

Hizmetle takvâ arasındaki ilişki tek yönlü bir ilişki değildir. Hizmet takvânın oluşmasında ve gelişmesinde önemli bir vesile olduğu gibi, hizmetin gerçekten hizmet olmasında da takvânın ehemmiyeti pek büyüktür. Zira hizmet, dünyevî bir menfaate dayalı yapılan tavır, davranış ve ameller değil; yalnız Allah’ın rızası gözetilerek ortaya konan sâlih amellerdir. Bu ise Allah’a karşı samimi bir gönül kıvamını gerektirir. Nitekim âyet-i kerimede:

“Allah ancak muttaki kullar tarafından ortaya konulan amelleri kabul eder” (el-Mâide, 27) buyrulmuştur.

Öyleyse takvânın artışı, amellerin kabul vesilesidir. Kul takvâda derinleştikçe, engin duygularla daha kaliteli bir hizmet ortaya koyacak demektir. Meselâ takvâda seviye katetmiş muttaki kullar, hizmeti insanı köleleştirme aracı olarak kullanmazlar. Her ne kadar insan, ihsânın kölesi ise de hizmeti bu niyetle yapmak, nefsin terbiyesine değil, şımarmasına ve firavunlaşmasına hizmet edeceğinin farkındadırlar. Yine aynı şekilde hizmet eden kavmin efendisi olsa da, hizmet ederken efendi olma niyeti taşımak, asla gerçek muttakîlerin hâli değildir. Yine gerçek muttakîler, fânilerin iltifat ve itibarını elde etmede sarfedilen emek ve amellerin hizmetle alakasının olmadığının farkındadırlar.

Bu açıklamalardan yola çıkılarak denilebilir ki: Şayet hizmet, insanı takvâya yönlendirmiyorsa, o zâhiren hizmet ise de hakikatte hizmet değildir. Yine aynı şekilde takvâ diye bilinen ve hissedilen hâller, kişiyi hizmetlere yönlendirmiyorsa, o takvâ da hakikatte takvâ değildir. Ancak unutmamak gerekir ki, Allah her kuluna farklı bir hizmeti sevdirebilir. Bu itibarla kendi bakış açısına göre kendi yaptığından başkasını hizmet görmemek, dar görüşlülük ve Allah’ın kulları hakkında sû-i zanna kapılmaktır. Yine takvânın gönüllerde olduğunu ve ancak Allah’ın bildiğini unutarak, Rabbin kullarını dış görünüşlerine bakarak bir değerlendirmeye tabi tutmak da, irfan ve basiret yokluğunun açık bir nişânıdır.

Dipnotlar: 1) Bkz. Münâfikûn Sûresi, 10. 2) Bkz. Âl-i İmrân, 92. 3) Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 263, 387.