Adem Ergül

Gönül Yorgunu Olmamak

Altınoluk Dergisi, 2013 – Haziran, Sayı: 328, Sayfa: 014

Yorucu ve meşakkatli bir seferin ardından, büyüklerden birine, mahcup bir edâ ile denir ki: –  Efendim size büyük bir yorgunluk verdik, lütfen bizi mazur görün! O hizmet ve irşâd önderi güzel insan da buyurur ki: –  Kardeşler! Rabbimiz gönül yorgunluğu vermesin, beden yorgunluğu da nedir ki? Evet, “gönül yorgunu” olmamak. Heyecan ve şevkin sönerek, kalbin hantal hâle gelmemesi. İşte üzerinde titrememiz gereken büyük mesele. Hayatın med ve cezirleri arasında elbette iniş ve çıkışlar her zaman var olacaktır. Zira hayat yolculuğu, dümdüz bir çizgi değildir. Hastalık, sıhhat, zenginlik, fakirlik, nimetler, âfetler, sevinçler, hüzünler ve daha nice nice hâdise ve olaylar, hep insan içindir. Bütün bu olanlar karşısında müvazene ve dengeyi muhafaza edebilmek, elbette kolay bir iş değildir. Gönül diri ve heyecan tazeleyebilen bir kıvamda ise her bir hâdise karşısında doğru bir duruş sergileyebilecek ve yorulmadan yoluna devam edecektir. Aksi halde duraklayacak, sönükleşecek ve donuklaşacaktır. Ve ni­ha­yet yorgun gönül, bedene de sineye de yük olacak ve sonuçta hayatın tadı da anlamı da kalmayacaktır. Zâhiren sıhhatli ve nimetler içinde yüzen bir beden hayatı da, kişiye dünyada bile saâdet sunamayacaktır. Stres ve gönül darlığı hayatı zindana çevirecektir. Gönül yorulursa, tebessüm eden nurlu çehreler, yerini şâkilesi kaymış buz gibi suratlara terk edecektir. Böylelerine hayır ve hizmet hatırlatılınca, tembellik ve uyuşukluk içinde çevikliğini yitirmiş ve ağırlaşmış bedenleri ile, kımıldamaz bir hâlde yere yığılıp kalacaklardır. Alık alık bakan sönükleşmiş nazarlarla ve körelmiş duygularla, et ve kemik yığını canlı cenazelere dönüşeceklerdir. Bu hâllere düşmekten Rabbimize sığınırız. Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur: “Ağacın gövdesinde kökten ve içten gelen bir canlılık ve dirilik yoksa, onun dibine bin tane ırmağı bağlasan yine faydasızdır.” Peki ama gönül neden ve niçin yorulur? Yorulan gönül, nasıl tekrar canlanır ve kendine gelir? Rabbimiz buyurur:

“İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve (kendilerine Rablerinden) inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fasık kimselerdir.” (Hadid Sûresi, 16)

Evet kalbin katılaşması, en önemli yorgunluk sebebidir. Zaman içerisinde îmân ve hizmet heyecanının alışkanlık ve ülfet gibi iki önemli manevî virüs tarafından etkisiz hâle getirilişi, bu katılığın en önemli sebebidir. Ancak gönül katılığının daha başka sebepleri de vardır: –  Günahlarla oluşan kalpteki siyah noktaların artarak kalbi duyarsız hâle getirişi, –  Allah’ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmak ya da bu nevi boş lafları dinlemek, –  Yetimlerin, kimsesizlerin ve mahzunların civarından uzak durmak, –  Allah’ın zikrinden mahrum kalmak, –  Gözünü ve gönlünü dünya sevdası bürümüş gafil ve fasıklarla beraber olmak. Bu ve buna benzer daha nice hususlar vardır ki, kalbi taşlaştırır ve donuklaştırır. Bunlardan ayrı olarak, gönlü yoran diğer bazı hususlar da şöyle sıralanabilir: –  Ahmak ve anlayışsız kimselerin gönle diken batıran incitici, kaba-saba söz ve davranışları. İncinmeyecek bir gönül kıvamına vasıl olamamış kimselerin gönüllerine bu nevi söz ve davranışlar çok ağır gelir ve yorar. Bunun en güzel çaresi, bu nevi kimselerden uzak durmaktır. Hasbelkader beraber olunmuş ise bu sözleri içine değil, çöpe atmasını becerebilmelidir. Zira içe atılan her acı söz ve davranış, zamanla derde dönüşür ve sahibini bitkin düşürür. –  Denge ve itidalli olamamak da zamanla gönlü yorgun düşürür. Dünya ve âhiret dengesi, hizmet, maişet ve aile dengesi, ibâdet, istirahat ve iş dengesi ve hayatın hemen her alanında dikkat edilmesi gereken daha nice dengeler, son derece önemlidir. Bunları basiret ve firasetle, hevâ ve arzuları merkeze alarak değil, akl-ı selîmin ve şer-i şerifin ölçülerini esas alarak planlayabilmeli ve hayatı nizamlı ve intizamlı bir şekilde organize edebilmelidir. Bu dengelerin gözetilmemesi durumunda korkulan olacak ve bir gün elbette gönül yorulacaktır. Yorgun gönüller nasıl yeniden dirilir ve yenilenir? –  Gönüllerin diriliği îmanla başlar. Zira îmân bir nurdur ki, kalbe girince orayı genişletir. Öyleyse îmânı taze tutmak ve hatta taklitten tahkike ve yakîne erdirmek için vesilelere başvur­mak, en kısa ve en verimli yoldur. Bunun da usûlü, îmanımıza îmân katan ilâhî sekînetin, gönüllerimize inmesine vesile olan hususlara sarılmaktır. Bu vesilelerin en tesirli olanı, hiç şüphesiz Allah’ı çok çok zikretmektir. Allah’ın ki­tabının okunduğu meclislere devam etmek ve özellikle îmânı yenileyen “kelime-i tevhid”in engin mânâ denizinde tefekkür ve mürakabeye dalmak da îmânımıza güç katan ilâhî sırlardır. –  Kalbi duyarsızlaştıran günah tozlarını silip süpürmek için, hususiyle seher vakitlerinde tevbe ve istiğfara bolca devam etmek. –  Göz yaşının eşlik ettiği dua ve niyazları çoğaltmak. –  Cemaatle namazın diriltici atmosferinden istifadeyi artırmak. –  Her şeye rağmen hizmetten kopmamak ve hizmetin peşin mükafatı olan gönül feyzi ile bereketlenmek. –  Hikmet ehli, aşk ve heyecanı diri, salih ve sadıkları ziyaretle dualarını almak, meclislerine devam etmek. –  Hastaları, kimsesizleri ve mahzun yürekleri ziyaret etmek. –  Hikmetler mecmuası olan Kur’ân-ı Kerim başta olmak üzere, enbiyanın ve evliyanın söz ve hallerini anlatan eserleri sık sık okumak. Hazret-i Ali – kerremellâhu vechehu- buyurur ki: “Nükteli ve hikmetli söz ve davranışlarla ruhlarınızı dinlendirin. Zira bedenlerin yorulduğu gibi ruhlar da yorulur.” Netice olarak, gönül yorgunluğunu ciddiye almak ve tedavisi adına ihmâle düşmeden ve ertelemeden tedbir almak akıl ve basiret gereğidir. Aksi halde geç kalınmış her hastalık gibi gönül yorgunluğunun da tedavisi zorlaşabilir.