Adem Ergül

Bir Ölçü İnsanı

Altınoluk Dergisi, 2001 – Temmuz, Sayı: 185, Sayfa: 034

İmâm- Âzam Ebû Hanîfe hakkında bir şairin şu mealde bir şiiri var:

“O öyle güzel bir kokudur (misk) ki, ne zaman müracaat etsen etrafı güzel rayihalar kaplar”.

Bu güzel söz büyük İmam hakkında ne kadar doğru ise salihler hakkında da o kadar geçerlidir. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de Fahr-i kâinât -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimizden kendinden önce geçen peygamberleri hatırlamasını ister. Bu emir sıkça tekrarlanır. Bir başka âyette de bu nevi hatırlamaların kalbi istikamette pekiştireceği ifade edilir.

Salihlerin hatırlanmasının, kulluğumuz adına gönüllerimize şevk, sürur, sebat ve hallerimize istikamet vesilesi olacağı muhakkaktır. Vefatının sene-i devriyesinde Muhterem Musâ Topbaş -kuddise sırruh- Üstadımızı bizlere gösterdiği güzel nûmûne ve ölçülerle yeniden anmanın gönül feyzimize sebep olacağında şüphe yoktur. Rabbimiz istifade edenlerden eylesin.

Kendilerinin ifadesiyle “Hakikatte Allah dostlarının insanlar tarafından övülmeye, senâ edilmeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü Ulu Mevlâmız Rabbu’l-âlemîn Hazretleri onları sevmiş, derecelerini âlî eylemiş; onları seveni de kendisini seviyor saymış…” Esasen ince düşünülürse Allah’tan başka övülmeye layık hiçbir varlık tasavvur olunamaz. Zira mutlak cemâl ve kemâl ancak O’nundur. Varlıkta görülen cemâl ve kemâl parıltıları O Yücelikten yansımalardır. Öyleyse medih ve senânın tamamı Allah’a olmak durumundadır. “Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn” cümlesinin anlamı da budur. Ancak kullar bakımından takdire şayan olan; bu cemâl ve kemâl tecellilerine mazhar olabilmektir. Bir kulda ilâhî güzelliklerin tecellisi, onun Hakk’a olan yakınlığı kadardır. Yakınlık arttıkça “eddebenî Rabbî” (Beni Rabbim terbiye etti) sırrı tahakkuk etmekte ve kul, Hakk’ın sevgilileri arasına katılmaktadır. Artık o kul, sıradan bir insan değil, Hakk’ın yeryüzündeki gerçek bir halifesidir. Bu ne büyük bir bahtiyarlıktır. Hadis-i kudsîde Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

“Kim bir velime düşmanlık ederse ben ona harp ilan ederim. Kulum bana kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle yaklaşmış olmaz. Nafilelerle de bana yaklaşmaya devam eder. Tâ ki ben onu severim. Ben onu sevince de onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey talep ederse istediğini mutlaka ona veririm. Herhangi bir şeyden korumamı isterse de onu muhakkak ondan korurum” (Buhâri, Rikâk, 38)

Rabbimize zannımız odur ki Muhterem Üstaz hazretleri de bu bahtiyarlar zümresinden biridir. Zira o, bir ömür boyu emr-i ilâhîye titizlikle uymanın gayreti içinde bulunmuş, hayır olarak bildiği ne varsa hepsinden nasiplenmenin yollarını aramış, sâlihler kervanına hâdim olmuş, hep onların sevgi ve hatıraları ile dolu dolu yaşamıştır.

Biz burada irfan mektebinin bu büyük çınarında tecelli eden tüm güzellik ve kemâli sayacak değiliz. Buna iktidarımız da yetmez. Bizim zikredeceğimiz, eserlerinden Rabbimizin bize gösterip hissettirdiği kadardır. Mevlâm muînimiz olsun.

Mûsâ Efendi -kuddise sırruh-un hayatında dikkatimizi çeken en önemli hususlardan biri ve belki birincisi “kulluk mesuliyetinin farkında oluşu”dur diyebiliriz. Tam bir “uyanıklık” içerisinde olmak âdeta onun şiarı olmuştur. “Akıllı”, “bilinçli” ve “ölçülere titizlik içinde riâyet etmek” onun metodu olmuş ve bu sayede îmanın tadını alarak mükellefiyetleri zevkle, şevkle ifâ etmiştir. Mevlânâ Sadettin Kaşkarî -kuddise sırruh-un şu ifadelerini Mûsâ Efendinin hayata bakışı olarak görmek de mümkündür:

“İnsanın her nefes alışında bir hazine heder olup gider. Her nefeste bilmelidir ki Allah hâzır ve nâzırdır”.

Muhterem Üstaz’ın şu sözleri onun bu yönüne ışık tutar:

“Akıllı olalım. Bulunduğumuz bu muvakkat misafirhânedeki vakitlerimizi en faideli şeylere hasredelim. Hatta yol göstericilerden birisi tasavufu: “Tasavvuf vakti en değerli şeylere hasretmektir” diye tarif etmiştir”1

“Akıl ve zekâ enbiyâullah ve kibâr-ı ehlullâhın mühim sıfatlarındandır. Ahmaklara katiyyen manevî vazife tevdi edilemez, her ne kadar zahiri bilgileri, ibâdet ve taatleri olsa bile.. Bu zümrenin layıkıyla dünya ve âhiret işlerinin derinliğine vukufları olamaz. Hareketleri ve görüşleri sathidir. Akıllıca yapılan işlerden iyi netice alınır. Çünkü akıllı, gayeyi bilir. Sonra ne yapılması lazım gelirse ona başvurur”2.

Evlatlarından birine yaptığı şu tavsiyelerde de işlerin ehem mühim sıralamasına göre nizama konulmasına verdiği önemi görüyoruz:

“Bak evlâdım! İşlerimizi önemine göre sıraya koymalıyız. Manevî evrâd ve ezkârımız, seyr u sülûkumuz yani kulluk mesuliyetimiz, her şeyin önünde olacak. Hiçbir iş hayır işleri de dahil -önemi ne olursa olsun- bu vazifemizin önüne geçmemelidir. İkinci olarak maişetimizi temin ettiğimiz işimiz gelir. Hem kendimize hem de bakmakla mükellef olduğumuz ehl ü iyâlimize helal rızık kazanacağız. Daha sonra da diğer işlerimiz gelir. İnsan hayatını nizama koyarsa Allah’ın izniyle huzur ve seâdet bulur”.

Hayatında bu nizam ve ölçülülük hali meleke haline geldiğinden, kendisinde telaş ve acelecilik değil, teenni ve vakar sezilirdi. İlâhî iradeye tam teslim olmanın verdiği gönül huzuru içinde merkez ve odak insan olduğunu ilk defa gören kimse bile hissederdi. Bu intizamlı hayatta plan, disiplin ve organizasyon hakimdi. Durum böyle olunca mâlâyânî yani dünya ve âhirete faydası olmayan söz, iş ve meşgale o hayatta kendine yer bulamamıştı. Şahsî hayatında nizam vardı. İş hayatında nizam vardı. Aile hayatında nizam vardı. Manevi hayatında nizam vardı. İrşad hayatında nizam vardı.

Mûsâ Efendi -kuddise sırruh- yeni tabirle “kişisel organizasyonu” kemâl halinde bir model insandı. Allah’ın kendisine lütfettiği her bir imkanın farkında olarak, onları nasıl kullanılması gerekiyorsa öyle değerlendirirdi. Zaten ona göre “on tane yarım adam bir tam adam etmezdi”. Öyleyse tam adam olmak lazımdı. Kendisi öyle idi ve hep öyle kimseler aradı ve yetiştirmeye çalıştı. Tasavvuftaki ifadeyle “sâhibü’l-vakt” idi, yani zaman onu istediği gibi değil o zamanı istediği gibi değerlendiriyordu. Bu hale yakınında bulunan ve kendisini tanıyan herkes şahit olmuştur.

Muhterem Üstaz hazretleri, mahlukâta şefkat ve merhametin tabii bir sonucu olarak ictimâî hizmetlerde de bir vakıf insandı. Buyururlardı ki:

“Bizim yolumuz âtıl-bâtıl bir kenara çekilme yolu değildir. Bilakis ashâb-ı kirâm hazerâtının yoludur. Ashâb-ı kirâm yemedi, içmedi gazaya giderken, gezmeye gider gibi seve seve gittiler. Bilâistisnâ hepsi mallarını Allah ve Resûlü yoluna serdiler. Bizim yolumuz onların yoludur. Gece gündüz hep hizmet yoludur. Biz de seve seve hem evrâdımızı yürütürüz, hem sohbetlerimizi yaparız, hem de cemiyete hizmet hususunda elimizden gelen gayreti gösteririz inşaallah”3.

“İnsan fırsat düştükçe, ibâdet ve hayrın, büyüğüne küçüğüne bakmayıp, ihlas üzere hepsini yapmaya gayret etmelidir. Çok büyük hizmet yapanlar, bazı küçük görülenleri ihmal ederler. Halbuki Allah Teâlâ’nın rızası nerededir, hangisindedir bilinmez”4.

Mûsâ Efendiyi herhangi bir hayırseverden ayıran en önemli hususiyeti, hizmet üslubu idi. Zira Ona göre “hizmette edep hizmetten daha azizdi”. Buyururlardı ki:

“İbâdet, insanı cennete götürür, tazimli ibadet ise insanı Allah’a götürür”.

Evâmir-i ilâhiyyeye tazimini yakınında uzun süre bulunan bahtiyarlardan çok işitmisizdir. Kur’ân-ı Kerim’e gösterdiği saygı, namaza verdiği ehemmiyet, Cuma gönüne gösterdiği özel itina bunlardan sadece bir kaçıdır. Sadaka edebine dair şu sözleri onun bu hasletine ışık tutar mahiyettedir:

“Büyük miktar meblağ (herkesin mali vaziyetine göre) bir zarf içine konularak, mümkün olduğu kadar tenha bir yerde, verecek şahsın verilen kimsenin yanına gidip, “lütfen şu emâneti kabul buyurunuz” diye büyük bir alçak gönüllülük, nezâket ve güler yüzlülükle muhatabına tevdi edilmelidir”5.

Zerâfet ve nezâkette yektâ olan bu büyük zatta, terbiyeye dair öyle bir iksir var idi ki, nebevî eğitimden verâset aldığı apaçık hissedilirdi. Muhatabına saygılı, merhametli ve muhabbetli bir yaklaşım tarzı vardı. Küçük büyük herkes, saygı, sevgi ve şefkat dolu bir ilgiyi yakinen hissederdi. Bu büyük Allah dostu beraberinde bulunduğu kimseleri yolun güzellikleri ile bütünleşmiş görmek isterdi. Onun şu ifadeleri sevenlerinde görmek istediği hal ve vasıfları ihtivâ etmesi bakımından önemlidir:

“Hak yolcularının, ihlaslı, müstakim, zekî, nâzik, nezîh, edebli, mahviyetli, fedâkâr, dirâyetli, sehâvetli, merhametli, herkesle geçimli, hulâsa tam manası ile ahlâk-ı hamîde sahibi olmaları arzu edilir”6.

“Mürşidinin gönlüne girmek isteyen;

-Muhakkak Kur’ân-ı Kerim ahkâmına dikkatli olup, sünnet-i seniyyeye ittiba etmekle mükelleftir.

-Muhakkak istikâmet, sevgi ve şefkat yoluna yönelmesi gerekir. Bunlarla muttasıf olan sâlik, herkesi sever, şefkat gösterir bu nedenle kalbindeki paslar silinir.

-Herkesle geçimli olur; çünkü şefkatlidir, mütevâzıdır.

-İbâdetlerinde kusur etmez; çünkü Allah’ı sever ve Allah’tan korkar.

-Muamelâtı temizdir; çünkü bilir ki muamele temizliği imandan gelir.

-Haramdan sakınır; çünkü bilir ki haramla kazanılan rızk insan için manevi zehirdir.

-Akranlarını sever ve onların hizmetinde olur; çünkü bilir ki onları sevmek, Üstazını sevmektir. Onlara hizmet etmek Üstadına hizmet etmek demektir.

-Ahlâkı güzelleşir, hep iyi huylar kendisinde tecelli eder. Bunlar da evrâdlarını büyük bir âgahlık içinde yapıp, manevî sohbetlere devamla elde edilir. Hased, nifak, gıybetçilik, baş olma hırsı, tecessüs, sû-i zancılık gibi kötü huylar kaybolur.

Ancak böyle sâlikler sevilir ve korunur. Böyleleri mürşidlerinin gönüllerine girer, sevilir ve iltifatına nail olurlar”7.

Muhterem Üstazın en göze çarpan hususiyetlerinden biri de ilâhî hudutlara riâyetleridir. Dinin emir ve yasaklarına karşı çok hassas idiler. Sevgi, saygı ve muamelelerinde hakim olan ölçü, ilâhî ölçülerdi. Temsil ettiği yolun esaslarına bağlılıkta ve ona saygıda zirve idi. “Yolumuz büyük veliler yoludur” buyurarak yola yakışmayacak söz, hal ve davranışlardan herkesin sakınmasını arzu ederler, yola layık olmak gerektiğini ihsas ederlerdi.

“Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz” fehvasınca geride bıraktığı eserler, yetiştirdiği güller, onun vâris-i nebi bir insân-ı kâmil olduğunun açık nişâneleridir. O, Rahmet peygamberinin çağımızı sulayan bir pınarıdır. Rabbimizden kendilerine rahmetler niyaz ediyor, bıraktığı emânetlerine sadakat ve samimiyetle hizmet etmeyi bizlere lütfetmesini eşsiz lütfundan istirham ediyoruz.

Dipnotlar : 1. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-1, sh. 220. 2. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-2, sh. 64. 3. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-5, sh. 40. 4. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-2, sh. 244. 5. Sâdık Dânâ, Sultânu’l-ârifîn eş-şeyh Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, sh. 29. 6. Sâdık Dânâ, Sultânu’l-ârifîn eş-şeyh Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, sh. 12-13. 7. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-1, sh. 110.