Adem Ergül

Ahlâkın Seviyesi Îmânın Derecesi

Altınoluk Dergisi, 2013 – Nisan, Sayı: 326, Sayfa: 014

Bütün insanlığın ortak değerleri diyebileceğimiz bazı ahlâkî değerlerden söz edilebilirse de, esasen her inanç ve kültür kendi ahlâkını doğurur. İnsanların bozulmamış tertemiz fıtratları hep aynı güzellikleri fısıldasa da, bozulan fıtratların ve toplumların ahlâk adına ürettikleri bazı değer ve anlayışlar ile buluşunca, zamanla farklılaşırlar ve bozulurlar. Kapitalizmin kendine göre ahlâkı olduğu gibi, komünizmin de ve hatta ateizmin de bir ahlâkı vardır. Vardır ama kendilerine göre güzel ise de genel itibariyle Hakk’ın nazarında kötü bir ahlâktır. Biz bu yazıda İslâm ahlâkının îmânla olan yakın ilişkisinden bahsedeceğiz.

Hakikatte bütün hak dinler, insanlığı fıtratının sesini duymaya ve onunla uyumlu olmaya davet edegelmişlerdir. Bu yönüyle bütün peygamberlerin ortak bir vazifesi de, insanı ahlâk bakımından Hakk’ın halifesi olabilecek liyakate yükseltmektir. Zihin dünyasını, kalp dünyasını ve hatta tüm varlıkla ilişkiler sistemini, Allah’a îmân temelinde tuğla tuğla sıhhatli bir şekilde inşa etmektir. Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”1 beyânı, tam da bu gerçeğin ifâdesidir. Öyleyse İslâm ahlâkının temeli, Allah’a îmândır.

Mü’min insan, düşünce dünyasını bu îmâna göre tanzim ettiği gibi, duygu ve davranışlarını da bu temel etrafında şekillendirir. Bu sebeple de onun her şeyi îmânıyla ilgilidir. Kur’ân-ı Kerim bu hakikati, îmânı konu alan âyetler çerçevesinde çok açık bir şekilde ele alır. Meselâ cömertlik, affedicilik, merhamet, adalet, dürüstlük ve tevazu gibi daha nice güzellikler îmânla buluşmuş kimselere nispet edilirken; cimrilik, zulüm, kibir, yalan, korkaklık, kabalık ve katı yüreklilik gibi kötü vasıflar da kâfirlere ve münafıklara izâfe edilmiştir. İslâm ahlâkı, îmânın, zihinde, gönülde ve hayatın her alanında ortaya çıkışı gibidir. Diğer bir ifadeyle gönle atılan îmân tohumunun, dal budak salması ve meyveye durmasıdır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de de iman gerçeğini belirten söz (Kelime-i tevhid), ağaca benzetilmiş ve şöyle buyurulmuştur:

“Güzel söz (kelime-i tevhid), kökü (yerde) sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. Ki o ağaç, Rabbinin izni ile her zaman yemişini verir. Allah, öğüt alsınlar diye insanlara böyle benzetmeler yapar” [İbrahim sûresi, 24].

Îmânla ahlâk arasındaki sıkı irtibatı, Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle beyan ederler:

“Mü’minlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâk yönüyle en iyi olanıdırÉ” (Tirmizî, Radâ’ 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünne, 15)

“İman yetmiş (veya altmış) küsur özelliktir (şu’bedir). En yükseği, ‘Allah’tan başka ilâh yoktur’ demek; en aşağısı ise, eziyet veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir bölümüdür.”2 (Müslim, Îmân 58. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 3; Ebû Dâvûd, Sünnet 14)

Bu hadis-i şerifler, îmâ­nın ahlâka yansıması gerektiğini çarpıcı bir üslupla ortaya koymaktadır. Buradan yola çıkılarak denilebilir ki, îmânın gücünün ve derinliğinin göstergesi, kişinin sahip olduğu güzel ahlâk seviyesidir. Îmân, benliğin dönüşümünü ve tekâmülünü gerçekleştiren bir nûr-i ilâhîdir. Bu nûr, önce gönlü inkâr ve şirk karanlığından kurtarır. Orayı Rabbe bağlı inanç ve duygularla donatır ve nihâyet amel ve davranışları da Allah’ın razı olacağı faziletlerle boyar ve güzelleştirir. Bu boya, Kur’an ifadesiyle Allah’ın boyasıdır ve boyası Allah’tan daha güzel de kimse yoktur3. İslâm’ın en önemli hedeflerinden biri, câhiliyyeyi ortadan kaldırmaktır. Câhiliyye ise bir Kur’an kavramı olarak kabalık demektir. Arkadaşını “kara kadının oğlu” diyerek inciten bir sahabisine Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-: “Demek ki sen de hâlâ câhiliyye varmış” diyerek îmân ve İslâm’ın nezâket inşâ etmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Zira İslâm, diğer hedeflerinin yanı sıra kabalığın yerine nezâketi, nezâheti, edebi ve hülâsa güzel ahlâkı ikâme etmek için gelmiştir. Bu yönüyle denilebilir ki İslâm, her bir emriyle, yeni bir edep inşa eder. Zira Kur’an ve sünnet, baştan sona edep taliminden ibarettir. Hatta ibâdetlerimizin en önemli meyvelerinden biri, ahlâkımızı güzelleştirmesidir. Meselâ Namaz bizi fuhşiyattan alıkorken, zekât, cimrilik illetinden kurtarır ve paylaşma erdemine erişitirir. Hac da tam bir nezâket ve tevazu talimidir. Oruç ise dil terbiyesi ve merhamet aşısıdır. Medeniyetimizin şahsiyet terbiyecileri diyebileceğimiz ârifler ve mürşidler de, tasavvufî terbiyedeki nihâî hedefin, Resûlüllâhın şahsında tecellî eden “Rabbânî ahlâk” olduğunu beyan etmişlerdir. “Allah’ın ahlâkıyla ahlaklanmak” diye ifâde ettikleri bu hâl gerçekleşmeden, herhangi bir manevî terakkîden bahsedilemeyeceğinin de altını çizmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’in be­yâ­nın­dan anlıyoruz ki, Allah’ın râzı olduğu ahlâk, Ha­bi­bul­lâh olan Efendimizin ah­lâ­kı­dır. Zira O’nun hakkında: “Andolsun ki sen pek yüce bir ahlâk üzeresin” tespiti, bizâtihî Yüce Rabbimiz tarafından yapılmıştır4. Öyleyse ölçü bellidir. Buna göre îmânımızın de­recesi, ahlâk bakımından Allah Resûlüne olan yakınlığımız nispetindedir. Böyle bir yakınlık, cennetteki derecemizi de gösteren önemli bir alâmet sayılır. Nitekim O şöyle buyurmuştur: “İçinizde en çok sevdiğim ve kıyamet günü bana en yakın mesafede bulunacak kimseler, güzel ahlâk sahibi olanlarınızdır…” (Tirmizî, Birr 71) Hülâsâ ahlâk meselesi, bir îmân meselesidir. Herkesin ahlâkı îmânına göredir ve îmânı kadardır. Mü’minliğin kalite göstergesi de budur. Dipnotlar: 1) Muvatta, Hüsnü’l-huluk 8. 2) Rivayetlerdeki farklılığa göre bu dallar ya yetmiş veya altmış küsurdur. Bunları 77 olarak sayan ve her biri hakkında detaylı bilgi veren özel kitaplar bulunmaktadır. Bu tür eserlerin en meşhuru, muhaddis Beyhakî’nin (ö. 458/1066) Şuabü’l-İmân’ıdır. “imanın şubeleri” olarak kitaplarımızda sayılan 77 özelliğin 30’u inançla, 47 tanesi ise dil ve beden ile yapılabilecek ibadetleri ve bunlara ilaveten aile ve toplum (âmme) hukukuyla alakalı konuları kapsamaktadır. (Bkz. 3) Bkz. Bakara Sûresi, 138. 4) Bkz. Kalem Sûresi, 4.