Adem Ergül

Gönlünü Aç Sevgini Çoğalt

Altınoluk Dergisi, Sayı : 362 – Nisan 2016

İmânın var oluşu, önce gönülde başlar. Muhabbet zemini üzerine oturur.1 Allah muhabbeti işin merkezidir. Bu merkez sevgiye bağlı tüm mensubiyetler, daire daire bu sevgiden nasip alır. Resûlullah, kitabullah, beytullah, evliyâullah, ibâdullah gibi O’na nispet edilen her bir değerin, müminin sevgi dünyasında bir yeri vardır. Bunun içindir ki imanın yüreklere yerleşmesinin en önemli alâmetlerinden biri, Allah Resûlünün ifadesiyle “Mümin kardeşlerini sevmektir.”2 Îmân, sözden gönle ve hâle sirâyet ettikçe kişiliği olgunlaştıran ve onun gönlünü genişleten bir fonksiyon icra eder.

Rabbimiz inananlar arasındaki sevgiyi, kardeşliği, sulh u selâmeti imana bağlar. Bu itibarladır ki, Allah Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu beyanlarında cennete girmenin şartı imana, imanın sıdkı ve kemâli de mümin kardeşlerini sevme esasına bağlanmıştır:

“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!” (Müslim, Îmân 93–94. Ayrıca bk. Tirmizî, Et’ime 45, Kıyamet 56)

Birbirini Allah için sevenlerin, kıyamet gününde Arş’ın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıftan bir grubu oluşturmasına bakılınca, esasen bu hedefin yüksek bir derece olduğu anlaşılır3. Zira âdil devlet başkanının ecrine denk bir ecir vadedildiği bu kıvam, elbette kolayca elde edilecek bir seviye değildir. Sabır, sebât, tevazu, fedakârlık, vefâ, affedicilik ve kabahat örtücülük gibi daha nice faziletlerle mücehhez olmayı gerektirir.

Müminlerin birbirlerine muhabbet duymasının ilk tohumları imanla atılmış olsa da, bu tohumun korunması, büyümesi ve meyveye durması, sahibinin gayretine ve Rabbimizin rahmet ve inayetine ihtiyaç hisseder.

İman, ham insanın olgunlaşma sürecine başlaması adına gönle düşen Rabbânî bir rahmet damlasıdır. Bu damlanın deryalaşması, hücre hücre tüm benliğe ve hayata yansıması ise salih amel, güzel davranış, ahlâkî faziletler ve ilâhî ihsanlarla gerçekleşebilecektir. Mümin olmakla mümin-i kâmil olmak arasında elbette büyük bir fark vardır. İşte imanın kemâle ulaşmasının en önemli vesilelerinden biri de müminlerin birbirini Allah için sevmesidir.

Öyleyse sevgiyi çoğaltmak ve büyütmek, bir îman vecibesidir. Muhabbet halkası öyle büyümeli ki, -Allah düşmanları hariç- yeri göğü kuşatabilmelidir. Sadece hem cinslerini değil, tüm yaratılmışları içine alabilmelidir. Biz bu yazıda, imanla başlayan müminlere yönelik muhabbet tohumunun nasıl korunabileceği ve tekâmül edebileceği üzerinde durmaya çalışacağız.

  1. Öncelikle gönüllerdeki en büyük sevgi engeli diyebileceğimiz, kendini beğenme, kibir, haset, kin, gıybet ve sû-i zan gibi hastalıkların izâlesi zaruridir. Zira bu sayılan engeller var oldukça, sevgiyi çoğaltma imkânı da yok demektir. “Def-i mefâsid celb-i menâfîden evlâdır” denilmiştir ki, “Öncelikle fesat unsurlarının temizlenmesi ve sonra da faydalı hususların kazanılması” anlamında önemli bir şer’î kaidedir. Bu itibarla “nefs-i tezkiye ve kalbi tasfiye etme süreci” diye ifade edebileceğimiz “seyr u sülûk” disiplini, aynı zamanda sevgiyi çoğaltma ve kardeşlik kıvamını tekâmül ettirme terbiyesidir.
  2. Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin, müminler arasında sevginin oluşması, devamı ve gelişmesini temin maksadıyla tavsiye buyurdukları “selâmı yaygınlaştırma” emri, hiç şüphesiz sayısız hikmeti ihtivâ eden bir sünnetullâhtır. Şöyle ki:

Selâmı yaygınlaştırmak, öncelikle güvenilen insan olmak demektir. Yani elinden ve dilinden başkalarının emin olduğu, zarar ve ziyana uğramadığı bir kişilik terbiyesi demektir. “Eminlik” yani “güvenilirlik”, sevginin istikrarı için olmazsa olmaz bir şarttır. Hainliğin her çeşidi, sevgi ateşini söndürür ve düşmanlık duygularını körükler.

Selâmı yaymak, müminlerin birbirini selâmette kılması yolunda koruyucu ve kollayıcı olmalarının da bir ifadesidir. Zarar verici her çeşit tehlikeye karşı kol kanat gerici olmak ve kardeşlerini sahil-i selâmete çıkarmak, hem muhabbeti devamlı kılacak ve hem de ziyadeleştirecektir. Zor zamanda kardeşini yalnız bırakmak, onu zalimin eline teslim etmek, derdiyle baş başa kalmasına seyirci kalmak, elbette muhabbet feyzinin çekilmesine sebep olacaktır.

Selâmı yaymak, selamlaşmayı artırmaktır. Diğer bir ifadeyle sürekli iletişim hâlinde olmaktır. İrtibatı kesmemektir. Selâmlaşmak, ülfetin yani kaynaşmanın anahtarıdır. Saygının ilk nişanıdır. Adam yerine koymanın sembolüdür. Gönlünde kardeşine karşı hissettiğin müspet duyguların en güzel ifadesidir. Söz iletişimi gözleri buluşturur, gözlerin buluşması ise elleri ve gönülleri kaynaştırır. Öyleyse selâm, muhabbet köprüsünün ilk ve en önemli ayaklarından birisidir.

  1. İmanla tohumlanan, selâm­la sulanan muhabbet ağacı, Habibullah Efendimizin “Hediyeleşin ki bu sayede birbirinize sevginiz oluşsun”4 tavsiyesinin gereği yerine getirilmek suretiyle de büyümeye devam etmelidir. Hediyenin küçüğüne büyüğüne bakmadan, -herkes kendi imkânları ölçüsünde- bu sünnete riâyet ederse, sevgiler damla damla artacak ve zamanla deryalaşacaktır. Hiçbir şey bulamayan, güzel bir söz ya da tatlı bir tebessümle kardeşine karşı muhabbetini ifade etmelidir ki, sevgiler çoğalsın ve gönüllerdeki tortular izale edilsin.
  2. Müminler arası muhabbeti artıracak bir diğer vesile de müminlerin birbirini Allah için ziyaret etmeleridir. Ziyâret feyzi, muhabbet ağacını en hızlı geliştiren bir rahmet-i Rahmân suyudur. Hatta Hakk’ın kuluna yönelik muhabbetini cezbeden ilâhî bir tılsımdır.

Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Adamın biri, bir başka köydeki (din) kardeşini ziyâret etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ, adamı gözetlemek için onun yolu üzerinde bir meleği görevlendirdi. Adam meleğin yanına gelince, melek:

– Nereye gidiyorsun? dedi. Adam,

– Şu (ileriki) köyde bir din kardeşim var, onu ziyârete gidiyorum, cevabını verdi. Melek:

– O adamdan elde etmek isteğidin bir menfaatin mi var? dedi. Adam:

– Yok hayır, ben onu sırf Allah rızası için severim, onun için ziyâretine gidiyorum, dedi. Bunun üzerine melek:

– Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öylece seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın sana gönderdiği elçisiyim, dedi. ” (Müslim, Birr 38)

Bugün neredeyse unuttuğumuz en önemli sünnetlerden biri, işte bu ziyaret sünnetidir. Ümmet saflarının sıklaşması ve ümmetin birbirinden istifade ve istifazası (feyz alması) için bu sünnetlerin yeniden ihyâ edilmesi son derece mühimdir. Ülfet ve muhabbetin ve hatta dostlukların, yüzeysel, kısa süreli ve menfaat odaklı bir sürece girmesinde bu nevi muhabbet kaynaklarından istifade edememe illeti yatmaktadır.

  1. Müminler arası muhabbeti artırıcı bir diğer vesile, kardeşinin ayıp ve kusurlarına değil, fazilet ve güzelliklerine odaklanabilmektir. Hüsn-i zan ve takdir duygularının öne çıkarılmasıdır. Özellikle mümin kardeşini gıyabında hayırla yâd edebilecek bir gönül olgunluğuna erişebilmektir. Kendini, kardeşini küçülterek büyütme yoluna girmemektir. Kardeşini kendinden bir parça bilip, hep birlikte büyüyüp gelişmenin bereketine inanabilmektir.
  2. İyi günde ve kötü günde beraber olma fazileti, muhabbeti kopmayacak bir kıvama eriştirecektir. İyilik ve takvâda teşvik edici ve yardım edici, kötülük ve düşmanlıkta ise vazgeçirici ve engelleyici bir dayanışma içinde olmak, ayrı bedenleri tek bir ruhla bütünleştirecektir.
  3. Sıdk u sadakât, samimiyet, vefakârlık ve fedakârlık, muhabbeti perçinleyen en önemli faziletlerdir ki, süzülmüş kişiliklerde tezâhür eden yüksek ahlâkî erdemlerdir.
  4. Sayılan bu vesileler, “el-Vedûd” olan yani bütün sevgilerin kaynağı olarak “Çok seven ve çok sevilen” Rabbimizden bir anlamda gönüllerimize muhabbet vermesi adına niyaz edilen fiili dualardır. Bu dualara sözlü niyazlar da eşlik eder ve O Yüce Hazretinden, hem Zâtına ve hem de sevdiği kullarına muhabbet sermayesi istenecek olursa, hiç şüphesiz eli boş dönülmeyecektir.

Hulâsa, îmanımız kadar muhabbetimiz var demektir. İmanın artması, muhabbeti, muhabbetin ziyadeleşmesi de imanı kemâle erdirecektir. Muhabbetin şümulü de, gönlün genişliği ile doğru orantılıdır. İmân, gönlü genişleten bir nûr-i ilâhîdir. Kimin nuru çoksa, gönlü de o kadar şerh-i sadra (genişliğe) nail olmuştur. Böyle bir gönülde kin ve düşmanlık, yalnız Allah düşmanlarınadır. Böyleleri daha dünyada iken mümin kardeşleri ile âdeta cennet ikliminde dolaşırlar. Zira ancak birbirine karşı kinden ve fesattan arınmış gönüller kardeşleşebilirler. Ve ancak böyleleri imanlarının tadını tadabilirler.

Dipnotlar: 1) Hucurât Sûresi, 7. 2) Müslim, Îmân 93–94. Ayrıca bk. Tirmizî, Et’ime 45, Kıyamet 56. 3) Müslim, Birr 37. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53. 4) Muvattâ, II, 908.