Adem Ergül

Aziz Ümmet Olmaya Azmetmek

Altınoluk Dergisi, 2014 – Kasım, Sayı: 345, Sayfa: 012

“İzzet Allah’ındır, Resûlünündür ve müminlerindir”1 buyurur Yüce Rabbimiz. Evet, bu ümmet, Aziz Rabbin izzetli kullarından oluşan yüce bir topluluk ve Aziz Nebinin Aziz bir ümmetidir. Bir başka âyet-i kerimede bu şerefli ümmet için Rabbimiz “İnsanlık için oluşturulmuş hayırlı bir ümmet”2 tavsifinde bulunur. Öyleyse bu ümmet, hiçbir zaman zillete düşmemeli ve daima izzetini korumasını bilmeli ve başarmalıdır. Bunun için de Öncelikle Rabbin nazarında “hayırlı ümmet nasıl bir ümmettir?” sorusuna cevap aranmalıdır. Kur’ân-ı Kerim muhtelif âyetlerde bu ümmetin nasıl olması gerektiğinin çerçevesini sunar. İşte bu yazıda bu çerçevenin ana çizgilerine işâret etmeye çalışacağız. Tarih, ümmetler geçidi gibidir. İlâhî emâneti taşıma izzeti, zaman zaman el değiştirmiş ve birinin yerini öteki almıştır. Bu değişimin görünen sebeplerinin yanında, görünmeyen sebepleri de vardır ki, şu âyet-i kerime bu sırrın hangi ilâhî kanuna göre gerçekleştiğini beyan etmektedir:

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Mâide Sûresi, 54)

Bu âyet-i kerimede Allah’ın razı olacağı bir ümmetin şu beş özelliğine dikkat çekilmektedir: 1. Allah ile aralarında muhabbet merkezli bir ilişki vardır. Onlar, gönülleri Allah’ta olan bir topluluktur. Hiçbir sevgi, O’nun sevgisinin önüne geçemez. Böyle bir sevgi, Rabbin yeryüzünde hilâfetini temsil etmek için zaruri ve öncelikli bir esastır. Zira O’nun adına iş görmek ve O’nun muradını kendi muradına ve başka muradlara tercih etmek ve yalnız O’nun kulu olmak ve gerektiğinde her şeyini O’na adayabilmek, ancak böyle bir sevginin neticesinde gerçekleşebilecektir. Öyleyse sevgisiz aziz ümmet olunmaz. Bu toplum öncelikle bir sevgi toplumudur. 2. Müminlere karşı alçak gönüllüdürler. Kibir, ümmet olmanın önünde büyük bir engeldir. Biri diğerini küçük gören topluluklarda kardeşlik duyguları gelişmediği gibi böyleleri birbiriyle ülfet eden ve kaynaşan bir ekip de olamazlar. Kalpleri ülfet etmeyen bedenlerden oluşan topluluklara da cemaat ve ümmet denilemez. Birbirine saygı duymayan ve birbirini yok sayan fertlerden oluşan kalabalıklar nasıl aziz ümmet olabilirler ki?! 3. Hak ve hakikat kabul etmez kâfirlere karşı onurlu, güçlü ve dik durmasını bilirler. Allah’ı ve O’ndan gelen hakikatleri inkâr edenlere karşı, çeşitli dünyevî menfaat ve mülahazalar gözeterek âdeta zillete razı olan ve onlarla dostluğa meyledenlerden hiçbir zaman aziz ümmet çıkmaz. İzzet ve şerefi Hak ve hakikat yanında durarak değil de, kâfirler safında yer almak ve onlara şirin görünmek yoluyla elde etmeye çalışanlar, hiçbir zaman izzeti tadamayacaklardır. Bugün İslam ümmetinin düştüğü en büyük dalâletlerden biri budur. Diğer taraftan her bakımdan güçlü olmayı hedeflemeyen topluluklar da güçlüler karşısında zillete düşeceklerdir. Bu itibarla İslâm ümmeti, askerî, iktisadî, ilmî ve siyâsî bakımdan güçlü olmayı asla ihmal etmemelidir. 4. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihaddan hiçbir zaman geri kalmazlar ve bu hususta gevşeklik ve duraklama içine düşmezler. Zira cihâdı terkeden millet, zilleti hakeder. Cihad, Allah adının ve hükmünün daima aziz tutulması ve yeryüzünde hükümrân olması adına yapılan her türlü gayretin, mücadelenin ve faaliyetin ortak adıdır. Fazilet ve üstünlük, oturanların değil, koşanların ve gayrete soyunanların hakkıdır. Dünyevî menfaat ve çıkarlarına bende olanlar, elbette ulviliklerden nasip alamazlar. Cihad, rical (adam gibi adamların) vasfıdır. Ricâli olmayan milletler, başka milletlerin paryası olmaya mahkûmdurlar. 5. Hak ve hakikat yolunda kınayanın kınamasından korkmazlar. Kendi davasına inanmayanın özgüveni olmaz. Özgüveni olmayan kimseler de proaktif yani değer merkezli hareket edemezler. Böyleleri mahalle baskısının etkisi altında yamulur, bükülür ve eğrilirler. “Başkaları ne der” anlayışı ile izzet kazanılmaz. Bilakis “Hak ve hakikat neyi gerektirirse yapılması gereken odur” diyebilenler, saygı görür ve izzet kazanırlar. Hayırlı ümmet “vasat ümmet”tir. Yani aşırılıkların değil, itidal, denge ve adâletin temsil edildiği ümmettir. Aziz ümmetin bu vasfına âyet-i kerimede şöyle dikkat çekilir:

“Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta (vasat) bir ümmet yaptık.” (Bakara Sûresi, 143)

İfrat ve tefrit, her ikisi de öncü ve önder ümmet olmanın önünde bir engeldir. İnsanların size bakıp rotasını belirleyici olabilmeniz, ancak “mîzân” olma yani dengeli bir ölçü içinde bulunmanıza bağlıdır. Bu, bir anlamda adaletin mümessili olabilmek demektir. Zâlimin zulmüne sessiz kalmayan, mazlumun âhına bîgane davranmayan bir ümmet, milletler müvazenesinde er ya da geç izzet kazanacak ve her milletin saygı duyacağı bir konuma yükselecektir. İnsanlığın korunması, ancak böyle bir aziz ümmet sayesinde sağlanabilecektir. Aziz ümmet, ortak akılla hareket etmesini başarabilen ümmettir. Zira Rabbimiz “Onların işleri aralarında istişâre iledir”3 buyurarak bu ümmetin olmazsa olmaz bir vasfına işâret etmektedir. İslâm ümmeti izzet bulmak istiyorsa, “ümmet şûra merkezi” oluşturmak mecburiyetindedir. Âlim ve âmirlerin birlikteliğinden doğacak böyle bir şûra, ümmetin meselelerinin çözümünde yol gösterici kararlar alacak ve İslâm ümmetinin izzetini yeniden tesis edebilecektir. Aziz ve hayırlı ümmet, yalnız kendi derdinde olan bir ümmet değil, tüm insanlığı karanlıktan nura çıkarma sorumluluğunu üstlenen bir ümmettir. Onun varlık sebebi yalnız kendisini kurtarmak değildir. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.” (Âl-i İmrân Sûresi, 110)

Hayırlı ümmet, bu vasfını hayra çağırmakla elde eder. Yeryüzünün ıslahına memurdur. Fesadı durdurmak, zulme engel olmak, çirkinlikleri ve kötülükleri izale edip güzellikleri ve faziletleri ikame etmek, hayırlı ümmete yüklenmiş Rabbânî bir vazifedir. Netice olarak, bugün İslâm ümmetinin fertleri, Rabbimizin kendilerinden beklediği izzet ve hayrı kazanma yolunda gayret göstermez de ihmâl ve atalet sefaletine ve illetine kendilerini mahkûm ederlerse, yerlerine daha aziz bir topluluğun ikame edileceğini bilmeleri gerekir. Yapılması gereken, topluca tevbeye yönelmek ve yeniden büyük ve aziz ümmet olma yolunda “Bismillâhirrahmânirrahim” diyerek azimle yola çıkmak ve Rabbimize güvenip dayanmaktır. Neticeyi lütfedecek olan Yüce Mevlâmızdır. Dipnotlar: 1) Münâfıkûn Sûresi, 8. 2) Âl-i İmrân Sûresi, 110. 3) Şûrâ Sûresi, 38.