Adem Ergül

Aidiyetler Gönlü Değil Nefisleri Beslerse

Altınoluk Dergisi, 2014 – Aralık, Sayı: 346, Sayfa: 006

İnsan, fıtratı gereği kendini bir gruba nispet etme ihtiyacı hisseder. Çoğu zaman fıtrî bir ihtiyaçtır bu. Zira kişi tek başına zayıftır ve zayıflık acizliği getirir. Ayakta durmak için birileri ile beraber olmak ister. Aksi halde yok olacağı ya da silinip gideceği duygusu özbenliğini kuşatır. Kimi zaman da daha iyi yetişip gelişme, iş başarma, hedefini gerçekleştirme, hükümranlık elde etme, müspet ya da menfi duygularını tatmin etme gibi sebeplerle bir camiaya dâhil olmak ister. Psikolojik ve sosyolojik gerçekler ve ihtiyaçlar kişiyi buna zorlar.

Dönem dönem farklı aidiyetler ediniriz. Aile aidiyeti, okul aidiyeti, vatan aidiyeti, devlet aidiyeti, ırk aidiyeti, din, mezhep, meşrep, tarikat, takım, parti, cemaat ve buna benzer daha nice nice aidiyetler gündemimize girer.

Bu aidiyetlerin bir kısmının içinde, doğumla birlikte irade dışı bulunuruz. Diğer bir kısmında ise toplumun akışı ve alışkanlıkları çerçevesinde yine tabii olarak yer almış oluruz. Öyleleri de vardır ki, bilinçli ve istekli olarak bir grubun üyesi olmak isteriz.

Aidiyet hissettiğimiz her bir çerçeve, kişiliğimize, düşünce ve duygu dünyamıza yeni yeni bazı farklılıklar ve değerler katar. Hayat görüşümüz, olayları değerlendirme kriterlerimiz, neşelerimiz ve üzüntülerimiz, ait olduğumuz gruba göre şekillenmeye başlar.

Aidiyet bir hayat gerçeğidir. Nereye, niçin ve nasıl ait olduğumuz ya da olmamız gerektiği önemli bir tercihtir. Bu bakımdan aidiyetlerimiz, bizim daha iyi yeşermemize vesile olabildiği gibi daha da bozulmamızın aracı haline gelebilir.

Terbiye ve tezkiye görmemiş, haddini bilmeyen bir tek kişide ortaya çıkan “şişirilmiş ben”in ne büyük firavunluklara ve zulümlere sebep olduğu bilinen bir gerçektir. Birçok ham nefislerin bir araya gelip gruplaşarak azgınlaşmasının tehlikesini de buna kıyas etmek gerekir. Öyleyse nasıl tek tek nefislerin terbiye ve tezkiye edilmeye ihtiyacı vardır, aynı şekilde gruplarda oluşması kuvvetle muhtemel olan “grup nefsi”nin de terbiye, tezkiye ve doğru yönetilme zarureti elbette olacaktır. Tezkiye ve terbiye görmüş ya da görmekte olan fertlerden oluşan gruplarda bile “grup nefsi”nin ayrıca eğitimine ihtiyaç vardır. Aksi halde “Grup beni”, gelişir, gelişir ve zamanla ejderhalaşır. Böyle bir durumda terbiye ocakları bile fonksiyonlarını yerine getiremez olurlar. Nefisler bu iklimde farklı bir şekilde palazlanmaya başlar. Ahsen-i takvim yolculuğu, farkında olmadan esfel-i safilin yolculuğuna dönüşür.

Grup üyelerini, grup nefsinin hile ve desiselerine karşı uyanık tutmak, grubu doğru ve meşru bir hedefe doğru alıp götürmek ve grup fertlerini bu alanda da terbiye etmek elbette öncelikle grup liderliğinin sorumluluğundadır. Ancak üyelerin de bu hususta sorumlulukları yok değildir. Belki yanlışı ve batılı görüp hatırlatma ve engel olma mesuliyetleri vardır. Hazret-i Ömer’e: “yanılırsan seni gerekirse kılıçlarımızla bile doğrulturuz” diyen sahabedeki bu bakış açısı, nebevî terbiye ocağında kazanılmış bir eğitim kıvamının sonucudur. Zira Hak ve hakikate saygı duymayanın, itaat ve teslimiyet bekleme hakkı da yoktur.

“Grup nefsi”nin özellikle terbiye edilmesi gereken belli başlı alanları şunlardır:

  1. Sınırsız Sevgi, Bağlılık ve İtaat Terbiyesi

Bir kimsenin isteyerek bir gruba ait olması, hiç şüphesiz o gruba karşı duyduğu hayranlık, güven ve sevginin tabii bir sonucudur. Zaten kişi muhabbet duymadığı bir grubun hakikatte üyesi de sayılmaz. Hayranlık ve sevginin derecesi ise, bağlılığın derinliğini, etkilenme seviyesini ve gücünü oluşturur. Onun uğruna her türlü fedakârlık ve risk göğüslenir. Bu durum, meşru hedefler çerçevesinde asla yadırganamaz ve hatta böyle bir bağlılığa gıpta bile edilir. İnsanın kendi grubunu, partisini, okulunu, tarikatını ve liderini benzerlerine karşı çok daha fazla sevmesi hiçbir zaman yanlış da değildir. Yanlış olan, diğerlerinin yok sayılması ya da horlanmasıdır. Aşırı sevgiler, zamanla kör bir taassuba sebep olabilirler. Bu ise bir grup hastalığıdır. Zira bir şeye bu ölçüde düşkünlük, kişiyi âdeta kör ve sağır haline dönüştürür. Hak ve hakikati akl-i selim ve nakl-i sahih (Kur’an ve sünnet) ile değerlendireceği yerde, ait olduğu grubun ya da liderin doğruları, her şeyin önüne geçebilir. İşte bu, kişinin kulluğunun Allah’a değil, ait olduğu gruba yöneldiğinin açık bir işaretidir. Ait olunan grup liderliği, arzu ve hevâsını putlaştıran, haram-helal sınırları bulunmayan, âhiret kaygısı taşımayan, dünyevî menfaatlere ve iktidara kilitlenmiş bir liderlik ise o grupta bulunanların köleleşmesi, robotlaşması ve iradelerinin sıfırlanması tabii bir sonuçtur. Böylesi bir netice ise, insan şerefine ve haysiyetine yapılabilecek en büyük zulümlerden biridir. Sevgilerimiz ve bağlılıklarımız, ilâhî ölçülerle sınırlı olmak durumundadır. Hak ve hakikate karşı isyanın olduğu yerde mahlûka itaat söz konusu değildir.

  1. Ucub (Kendini Beğenme) Terbiyesi

İnsanın kendini beğenmesi nasıl bir manevî hastalık ise grubun da kendini aşırı beğenmesi, daha büyük bir hastalık emaresidir. Bu beğenme, bazen sayı çokluğu sebebiyle, bazen de yapıp ettikleri iş ya da hizmet vesilesiyle ortaya çıkar. Zaferler ve sonuçlar, grubu şımartabilir. Nitekim Huneyn gazvesinde sayıca çok olmaları, Müslümanları ucbe düşürmüştü. Bu hal, bozguna uğramalarına sebep olmuştu. Rabbimiz onların bu duygularının yanlışlığına dikkat çekmiş ve uyarmıştır. Bu bir anlamda grubun kendine aşık olmasıdır ki, eksik ve yanlışlarına karşı grubu körleştirir. Gelişmelerinin önüne set çeker. Üyelerin bağlılık ve muhabbetlerini artırma adına zâhiren güçlü bir motivasyon vasıtası gibi görünse de ilâhî gazabı celbedeceğinden böyle bir yola tevessül edilmemelidir. Mevlâmız, özellikle mümin grupların birbirlerine karşı övünme yarışına girmelerini ve birbirlerinin eksikleri ile alay etmelerini, kardeşlik hukukuna aykırı görmüş ve dikkatli olmaları konusunda uyarmıştır. Zira Allah katında kimin daha faziletli olduğunun kullar tarafından bilinme şansı yoktur.

  1. Kibir Terbiyesi

Kibir, firavunlaşma ve karunlaşma tohumudur. Kişiyi ya da grubu cehennem yolcusu kılar. Kibir, çoğu zaman aşırı bir şekilde kendine güven duygusundan doğar. İlim, hâl, iktidar ve mal gibi varlıklar gruba özgüven aşılamakla birlikte, kibir de yükleyebilir. Grubun büyüklük duygusuna kapılması, en büyük günahlardan birisi olan Allah’ın diğer kullarını küçük görme hastalığına yakalanması demektir. Bu hastalık, bedendeki kanser virüsü gibidir ki büyümeden ve yayılmadan tedavi yoluna gidilmelidir. Aksi halde helâk sebebidir. Grubu bencillik girdabına doğru çekerek, müstağnilik duygusu verir. Bu ise tuğyan sebebidir. Hak Teâlâ’nın topluluklara yönelik sünnetlerinden (sünnetullahından) biri de kibirlenen grupların yok edilmesi ve zamanla silinip gitmeleridir.

  1. Güç Terbiyesi

Gruplaşmalar aynı zamanda bir güç birikimidir. Nerede bir güç birikimi oluşursa, doğru yönetilemediği takdirde, ciddi bir tehlikeye sebep olacağı aşikârdır. Para gücü, iktidar gücü, çokluk gücü, itibar gücü, cemaat gücü gibi ne kadar güç çeşidi varsa, özünde bir tehlike de barındırıyor demektir. Yağmur damlalarının birikip sele dönüşmesi, nasıl yıkıcı tesirler ortaya çıkarabiliyorsa, aynı şekilde gruplaşan insan toplulukları da doğru şekilde yönetilemez ve yönlendirilemezse, toplumların ve fertlerin ifsadına ve yıkılmasına sebep olabilecektir. Binaenaleyh gücü meşru ve makul ölçüler içinde Allah için kullanabilmeyi öğrenmek gerekir.

  1. Yanlış ve Batıla Karşı Hakk’ın Yanında Yer Alma Terbiyesi

Grubun başarı ve zaferleri, zamanla üyelerde grubun ya da liderin her yaptığının doğru olduğu inancına götürebilir. Hâlbuki Hakk’ın hatırı âlidir diyerek, hakikatin safında batılın karşısında durabilmek gerekir. Aksi halde grubun ya da liderin putlaşması ve ilahlaşması söz konusu olabilecektir. Grubun selâmeti ve başarısı, lidere itaat ve teslimiyetle sağlansa da bu itaatin meşru sınırlar içerisinde olması gerektiği asla unutulmamalıdır. Tarih boyunca niceleri böyle bir putperestliğe düşmüşler ve fakat haberleri bile olmamıştır.

Adiy b. Hatim’in başından geçen şu hâdise, liderlerin din âlimlerinin ve ruhbanlarının rab edinilme keyfiyetini gayet anlaşılır bir şekilde izah etmektedir. Adiy b. Hatim şöyle anlatır:

Boynumda altından bir haç bulunduğu halde Rasûlüllah (s.a.v)’in huzuruna vardım. Bana:

“Bu da ne oluyor Ey Adiy? Şu putu üzerinden at” buyurdu. Onu, Tevbe sûresindeki: “Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, râhiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i rab edindiler” (Tevbe 9/31) âyetini okurken dinledim. Sonra şöyle bu­yurdu: “Onlar bunlara ibadet etmiyorlardı. Fakat kendilerine bir şeyi helal kıl­dıkları vakit onu helal belliyorlar ve bir şeyi haram kıldıkları vakit de onu ha­ram belliyorlardı.” (Tirmizî, Tefsir 9/10)

  1. Hedefi Sürekli Hatırlama Terbiyesi

Özellikle hayır ve terbiye grupları, insani yardım kuruluşları, gönüllü teşekküller ve belki bazen partiler başlangıçta çok ulvî niyetlerle yola çıkarlar. Ancak kimi zaman önlerine çıkan dünyevî menfaat, imkân ve iktidar alanları, gözlerini ve gönüllerini kaydırabilir, niyetlerde bulanmalara sebebiyet verebilirler. Böylesi durumlarda, özellikle liderlik mevkiinde bulunanlar, ana hedefi sürekli hatırlatmalı, kayma noktalarına dikkat çekmelidirler. Şayet böyle bir kafa ve gönül bulanıklığı, liderlik seviyesinde ortaya çıkmış ise grubun diğer şuurlu üyeleri Allah için hedefi hatırlatma ve niyetleri tashih etme gayretine soyunmalıdırlar. Aksi halde kaybeden biri ya da birileri değil, hepsi olacaktır.

Netice olarak şunu ifade edebiliriz ki, iyilik ve takvâda daha güzele erişme adına sıhhatli bir grubun içinde olmak, her hâlükârda ilâhî rahmetin üzerimize inmesi bakımından son derece ehemmiyetli bir husustur. Önemli olan, doğru yerde bulunmaktır. Küçük aidiyetlerimizi, hiçbir zaman ümmet bütünlüğünü parçalayıcı fırkalaşmaya götürmemeli, hatta ümmet birliğini perçinleyecek sağlam uzuvlara dönüştürebilmelidir. Nefsimizi arıtmaya, gönlümüzü tekâmül ettirmeye ve ahiretimizi kazanmaya vesile olması gereken aidiyetlerimizi, nefsimizin palazlanmasına ve şımarmasına vasıta hâline getirmek, dünyevî ve uhrevî bakımdan büyük bir kayıp olacaktır.